İLK MONARŞİDEN GÜNÜMÜZE NE DEĞİŞTİ? (1)
İnsan hayatta kalma, hayatını ve nesillerini devam ettirme mücadelesinde ilk büyük dönümünü; yaşamsal gıda maddelerini üretebilme becerisiyle yaptı. Hayvancılık ve tarımla uğraşmaya başlaması, insanı sadece avcılığa ve toplayıcılığa bağımlı bir yaşamı sürdürmekten kurtardı. İnsanın geleceğini tayin eden bu büyük başarısı, nüfusun artmasını ve yerleşik hayata geçmesinin koşullarını da sağladı. Fırat ve Dicle havzasında ilk insanların bu beceri, yetenek ve deneyimleri zamanla nüfus hareketleri yoluyla çevre bölgelere de yayılarak bir çığır açtı.
Bataklıkları kurutarak yeni tarım alanları açan Sümer halkı; tarımsal faaliyetleri ve verimliliği arttırmak için sadece yağmura bel bağlamadılar. Yanı başlarında akan Fırat ve Dicle nehirlerinden nasıl yararlanacaklarının yollarını keşfetmeyi başardılar. Bu çabaları sonucunda; sulama kanalları, su depoları ve setler yapılmaya başlanıldı. Sabanın bulunuşu ve hayvan gücünün tarımda kullanılmaya başlaması üretimi önemli ölçüde arttırdı. Bu toplumsal örgütlenmenin sonucu olarak artı ürün ortaya çıktı. Bu olanaklar; açlık sorunu yaşamadan, yaşamı daha refah koşullarda devam ettirebilmenin maddi koşullarının güvenceye kavuşması demekti.
Kanalların, setlerin bakımı, onarımı gibi çok sayıda iş gücüne ve belirli bir disiplin ve organizasyon içerisinde çalışmayı gerektiriyordu. Bu kollektif çalışmanın sonucunda artı ürün de ortaya çıkmıştı. Birlikte çalışmayı örgütleyecek bir yönetici kesim de ortaya çıktı. Yönetici kesimler artı üründen pay almaya başladılar. Önceleri doğal bir örgütlenme biçiminde devam eden üretimin örgütlendirilmesi faaliyeti zamanla yöneticilere bir daha kaybetmek istemeyecekleri, toplumun diğer üyelerinden daha imtiyazlı bir konum kazandırdı. Konum ve statü olarak farklılaşan bu organizasyon ilerde devleti oluşturacak yapılanmanın temellerini de atmış oluyordu.
Ortaya çıkan bu zenginlik üretimden kopuk olan savaşçı kabilelerin ve daha kurak olan çevre bölgelerde yaşayanların dikkatini çekti. Bu bereketli alanlar savaşçı kabilelerin akınlarına maruz kalmakta gecikmedi.
Sulamaya elverişli toprakların tarım arazisi olarak işletilmeye başlandığı Sümer şehir devletlerinde su mühendisliği gelişim gösterdikçe, sulanan alanlar genişledi. Irmak sularının büyük kısmı kullanılıp daha aşağıda kalan bölgelere az su gitmeye başlayınca; sudan faydalanma ve su üzerindeki haklar konusunda çelişkiler de ortaya çıkmaya başladı. Komşu şehirle aralarındaki bu sorun barışçı temellerde çözülmeye çalışılsa da, kuraklığın yaşandığı dönemlerde mümkün olmadı. Suyu paylaşamamadan dolayı birbirlerine düşmanlık beslenmeye başlanıldı. Anlaşamamak savaşlara yol açtı. Ayrıca; birikmiş zenginliklerine göz diken barbarların saldırılarına da açık hale geldi.
Bu tehlikelere karşı MÖ.3000 yıllarında Sümer kentleri rahiplerin öncülüğünde bir savunma gücü oluşturdu. Barış zamanında dini misyonu yürüten başrahip, savaş zamanında orduya kendisi ya da atadığı kişi komutanlık etmeye başladı. Komşu kentlerle yaşanan sıkıntılar ve barbar saldırıların artması askeri görevlerin önemi daha çok arttırdı.
Bu saldırılara karşı koyacak; daha güçlü askeri yapılanma ihtiyacı doğdu. Önceleri saldırı ve savaş durumuna göre; gönüllü olarak oluşturulan askerleri güçler, zamanla düzenli ordulara dönüşmeye başladı ve aralarında görev dağılımları yaptılar. Bağlılığı, denetimi, düzeni ve güvenliği sağlamak için ileri karakollar sistemi kuruldu. Bu askeri güç zamanla bağlı olduğu monarkın vurucu ve bastırıcı gücü haline geldi.
Yöneticilerin siyasi egemenliklerini güçlendirmede halkın inançlarını da kullandılar. Başrahiplerin üslendiği görevler nitelik ve nicelik bakımından artarak, yönetici sınıfında yer almaya başladı. Başrahip olan krallar yaptıklarını, tanrıların isteği olduğunu halka kabul ettirmeye çalıştılar. Siyasi egemenliklerini bu yolla da güçlendirdiler. Böylece iktidarlarının meşruiyetini teokratik temele oturttular. O kadar ki kimi krallar halkı; kendilerini tanrı, kimileri de tanrıların oğulları olduklarına inandırmaya çalıştı. Kralların görev ve sorumlulukları öteki dünyada da geçerli görülmeye başlanıldı. Dolayısıyla krala hizmet etmek insanlar için büyük şeref olarak kabul gördü.
Sümerler tanrılarına ve tanrılaştırdıkları krallarına ibadet amacıyla özel birtakım tapınaklar kurmaya başladılar. Ziggurat adı verilen bu tapınaklar toplumsal yaşam ve ilişkilerde merkezî bir konum kazandı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.