Hayalimdeki köye, Rîz’e yolculuk…
Zaza Kürtlerin yaşadığı Rîz’e, hayalimdeki köye gidebilmek için Kekê Abdurrahman’la Diyarbakır’dan sabah saat altıda Kulp’un Xeraba köyüne giden minibüsle yola çıktık. Yoldaki askeri kontrol noktalarında sorduklarında, “Sarum çayında balık tutmaya gidiyoruz” diyor ve geçiyorduk. Adını bile duyduğumda heyecanlandığım Lice’yi geçtikten bir süre sonra Sarum çayına ulaştık. Çayı geçer geçmez sol tarafa, toprak köy yoluna saptık, çok geçmeden Xeraba köyüne vardık. Rîz’e yolculuk yaptığımız 2003 yılının Ağustos ayında askerlerin bizimle pek ilgilendiğini söyleyemem. Anlatılanlara göre ki daha önce defalarca denememe rağmen gidemediğim, kullanamadığım bu güzergahda önceki yıllardaki gibi çevrilme, sorgulanma, “Lice, Kulp nüfusuna kayıtlı değilsin, Muş Kulp yolu kapalı, sana geçiş yasak…” gibi gerekçelerle geri çevrilme yoktu artık. Sadece yolcu sayısını, şoförün ehliyetini ve aracın plakasını kaydediyordu yol kontrolü yapan askerler. Dönemin Kayapınar Belediye Başkanı Mehmet Can Tekin de bizimle birlikteydi. Mehmet Can Tekin Kulplu ve bölgeyi iyi tanıyordu. O bir grup köylüsü ile Sarum çayında balık tutacak, ben ve Rîzli Kekê Abdurrahman Turhallı da Xeraba köyünden yürüyerek sarp dağların ardındaki Rîz köyüne gidecektik, zamanında dönmezsek sağa sola haber verecekti. İşler yolunda gider, başımıza bir şey gelmez ise aynı gün geceyi geçireceğimiz Xeraba köyüne, ertesi sabah da Diyarbakır’a dönecektik. Yol boyunca öyle sözleştik…
*
Minibüsle gittiğimiz Xeraba köyünden sabah saat dokuzda, kızgın güneşin altında yaya yolculuğuna başladık Kekê Abdurrahman’la. Önce Gercolîn, Xilboç, Pîrans, Silxê, Cafererî, Helezîn, Gumê Circî, Milê Gawanî, Derê Ziyarî, Yêne Ahmed Begî, Derê Çandêlî, Hapîldag, Teyer derken Rîz’e, sevgili Dr. Aziz’in doğup büyüdüğü hayalimdeki köye vardık. Zorlu yolculuk yaklaşık beş saat sürdü. Kavurucu güneşin altında durmadan yürümek adeta çıldırtıyordu beni. Yokuş yukarı tırmanmak zor olsa da inişler tam bir bela, dayanılacak gibi değildi. Yanımıza aldığımız pet şişelerdeki su olmazsa adım atacak halimiz olmayacaktı. Saat başı ulaştığımız su kaynaklarında petlerimizi yeniden doldurmazsak yol almamız mümkün olmayacaktı neredeyse. Bunca zorluğa rağmen Kekê Abdurrahman yol boyu durmadan konuşuyor, aklımda tutamayacağım kadar çok şey anlatıyordu, fırsat buldukça not alıyordum. Bıkmadan, usanmadan etraftaki dağlar, tepeler, dereler, gözeler, vadiler, boğazlar, kayalar hatta ağaçlar hakkında ne biliyorsa, ne duymuşsa tek tek anlatıyordu. Anlattığı her olay, her hikaye, her anı adeta kafamda canlanıyordu, yeniden yaşıyor gibi oluyordum. Can havlıyla köyü terk ederken yolda, zar zor aşabildiğim Qemê Gawan’da oğlu Agit’i doğuran Hanife’nin çığlığı hala duyuluyor gibiydi. Derken ikindi vaktinden hemen önce yakılmış, yıkılmış virane Rîz’e, güzelim köye vardık. Artık Rîz’deydim, gitmeyi hep hayal ettiğim köydeydim, bilge alim Mele Sıddık’ın kadim evindeydim, daha doğrusu gülistanımın cennetindeydim. Bizden birkaç gün önce gizlice köye gitmiş Bahri Menteş ile dünya güzeli eşi Saliha Ana, üstü mavi brandayla örtülmüş derme çatma küçücük barakasına çıkan yolun başında bizi karşıladı…
*
Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı 5 mahalle ve 60 haneden oluşan boşaltılmış Rîz köyü, Genç ile Diyarbakır’ın Kulp ve Lice ilçelerinin kesiştiği sarp dağlık bölgenin tam ortasında, efsaneleri hiç bitmeyen üçgenin göbeğinde, Sarum çayının hemen solunda, derin vadinin yamacında kurulmuş. Gittiğimde dış dünyayla tek bağlantısı Lice üzerinden Diyarbakır’a giden yol olan Rîz’in etrafında, Genç’e bağlı Norşîn, Pîroz, Hêrkîn, Mordarîk, Wartûk, Kulp’un Maştar köyü ile Lice’nin Pêçar köyü yer alıyor. Lice, Genç ve Kulp üçgeninde bulunan birçok köy gibi bu köyler de 1993-1995 yılları arasında boşaltılmış, yakılmış…
*
Üç yanı dağlarla çevrili Rîz’in batısında Lîs, doğusunda Helezîn, kuzeyinde Qerwaş dağı, güneyinde ise Gaza Şewşîn dağı ve vadisi bulunuyor. Gaza Şewşîn bir zamanlar Şeyh Said kuvvetlerine de ev sahipliği yapmış. Bu dağları batıdan çevreleyen dağ silsilesi ise meşhur Kel Tepe’nin bulunduğu dağlardır. Kel Tepe, 1995 yılında yapılan Murat Operasyonu’n merkeziymiş. Sık meyve ağaçları ile kaplı olan Şewşîn vadisi ise Rîz’in hemen yukarısında yer alan Çotala, Lêaroyan ve Salay yaylasındaki gözelerden çıkan ve Diz’in hemen altında birleşen Sarum çayı ile besleniyor. Sarum çayının bir kolu da Xertê bölgesinden geliyor. Sarum çayının tabanında geçtiği büyük vadinin eteğinde kurulan Rîz, uzaktan bakıldığında sık ve gür bahçelerden görülmüyordu adeta. Köyün en önemli geçim kaynakları arasında ipek kozası yer alıyomuş. Çok sayıda dut ağacına sahip Rîz’de yetiştirilen ipek kozaları, Diyarbakır üzerinden Bursa’ya gönderiliyormuş. Mêrkîng, Milê Bokî, Gumê Çêtî ve Çala Xamrîng yaylalarında ise binlerce büyük ve küçükbaş hayvan besleniyormuş. Hayat dolu muhteşem Şewşîn vadisi ve yaylalar, çevredeki köyler boşaltıldıktan sonra derin bir sessizliğe gömülmüş. Biz gittiğimizde hala öyle sessiz, öyle sakindi ki anlatamam. Etrafta çıt çıkmıyordu, ne bir insanın, ne bir hayvanın sesi duyuluyordu, ara ara esen rüzgarın uğultusu, vadi tabanında özgürce akmaya devam eden suyun şarıltısı, gölgesinde oturduğumuz ağaçların yaprak hışırtısı hariç…
*
En son 2013 yılında, bir gece vakti Pêçar köyünden atılan havandan hemen sonra Kekê Sait Menteş’le gitmiştim Rîz’e, araç ulaşımına açılmış aynı yoldan, kaç defa uçuruma yuvarlanmakla burun buruna geldiğimiz bir arazi aracıyla. Son yıllarda Rîz’e gitmedim, daha çok yaz aylarında şenlendiğini duyduğum halini görmedim. Köylülerden edindiğim bilgilere göre Genç üzerinden Rîz’e giden yeni bir toprak yol açılmış. Artık o yoldan rahatlıkla köyün içine kadar araçla gidebiliyorlarmış. Daha çok kent yaşamından usanmış, dahası nefes alamaz hale gelmiş yaşlıların, köy hasretine daha fazla dayanamayan Rîzlilerin köye dönüş yaptıklarını, birbirinden güzel evler inşaa ettiklerini, bağ ve bahçelerini canlandırdıklarını, topraklarını sürdüklerini, hayvan beslemeye başladıklarını öğrendim. Gün boyunca dolaştığım, her bir tarafına uğradığım, Sarum’un yatağını kırmızıya çalan Awa Heme’nin tadına baktığım, yıkılmış su değirmeninin taşına dokunduğum, buz gibi Baş Gözesi’nde kana kana su içtiğim, Kaymakamın Cevizi ağacının altında nefeslendiğim, sığındığı derme çatma bir barakada tanıştığım güzel insan Bahri Amca’nın elini öptüğüm köyün, güzelim Rîz’in şenlendiğini duymak, bilmek ne güzel…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.