Hareket eden ölü(ler)
Ölen kişi önce adını, unvanını, lakabını daha sonra da tüm birikimlerini kullanma hakkını kaybeder. Kişi ölünce işçi, patron, çoban, ağa, şeyh, mürit, alim, cahil, bakan, başbakan, bakkal, manav, sanatçı, polis, asker, genç, yaşlı, kadın, erkek, güçlü, güçsüz, dinli, dinsiz, dost, düşman, Alevi, Sünni, Türk, Kürt olmasının hiçbir anlamı kalmıyor. Kişi ölür ölmez önce adından, varsa unvanından, hatta bir ömür boyu ifrit olsa da günün sonunda teslim olmak zorunda kaldığı lakabından olur, dahası bir anda ‘cenaze’ oluverir. Kısacası canlı ölmüş ise adını kaybetmiştir veya canlı adını kaybetmiş ise artık ölmüştür. İnsanın ölüsüne cenaze, hayvanın ölüsüne leş, bitkinin ölüsüne ise nekroz deniyor. İnsan, hayvan veya bitki öldüğü andan, bir anlamıyla nefes alıp verme gücünü, kalbini çalıştırma yeteneğini, hücrelerini yenileme kapasitesini tamamen kaybetmeye başladığı andan itibaren, yani canlı özelliği yok olmaya başladığı ilk andan itibaren varlığını tanımlayan, dahası yaşanmışlıklarının, bir anlamıyla pratiklerinin toplamı ile ifadesini bulan adını kaybediyor. Adını kaybetmiş insanın, hayvanın veya bitkinin varlık gösterme sebebi olan hiç bir şeyi kalmamıştır, yani bir ölüye dönüşmüştür. Hayvan ve bitkiyi bir tarafa bırakıyorum. İnsan, adı, dili, kültürü, gücü, kabiliyeti, statüsü ne olursa olsun öldüğü andan itibaren o artık bir cenazedir, alelacele kapı dışarı edilmesi gereken basit bir mevtadır. Bir de “hareket eden ölü(ler)…” var. Hareket eden ölü(ler)e “yaşayan ölü…”, “ölü ama yaşadığını zannediyor…” diyoruz. En kötüsü yaşayan ölü, ölü olduğunun farkında değildir, bir anlamıyla diri olduğunu zanneden ölüdür…
*
Hareket eden ölü(ler), her ne kadar yaşamsal aktivitesi devam etse de yer değiştirme, yeme içme, uyuma, konuşma gibi kimi insansı özellikleri taşımayı sürdürse de hatta bir bedene, bir cana sahip olmaya devam etse de aslında bilme yetisi bitmiştir, bilinç düzeyini kaybetmiştir, bir anlamıyla insan olarak var olmanın verdiği keyiften, hazdan, onurdan, erdemden feragat etmiştir, dahası akli melekeleri olmasına rağmen gerçeklik algısını tamamen yitirmiştir, yaşamın farkında olma, yaşamı anlama, anlamlandırma kapasitesi, hakikatini önemseme yetisi yok olmuştur. Yani hareket eden ölü(ler) için yaşamın bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır, onun için yaşamla ölüm aynılaşmış süreçlere dönüşmüştür. Dahası onun için yaşam değil, ölü olma durumu kapsayıcıdır. Ölüm hali ise kendini bırakma halidir, kendisini var eden değerleri terk etme halidir, teslim olma halidir, sonsuza kadar bitme, yok olma halidir…
*
Hareket eden ölü(ler)in, en trajik ölüm hali ise kaybetme, kaybedilme, kaybolma hali olmalıdır. Zaman zaman duyduğumuz, bizim de yer yer kullandığımız “Benim için o bir ölü...”, “Onun için ben bir ölüyüm…”, “Sen beni öldü bil…” gibi cümlelerde ifadesini bulan ölüm halleri ise hareket eden ölü(ler)in en berbat hali olan reddedilme, dışlanma, yok sayılma halidir. Buna en iyi örnek ise Zerdüştlükte var olan, günümüzde ise Alevilikte devam eden en ağır bir cezalandırma hali olan “düşkün” duruma düşme halidir, yani toplumsal hayatın her alanından dışlanma halidir. Kişinin düşkün ilan edilme hali, başta ailesi, akrabaları, arkadaşları, köylüleri bir cümle toplumu için artık bir ölüm halidir, hafızadan silinme, sonsuza kadar unutulma halidir. Sanırım hareket eden ölü(ler)in halini en iyi tarif eden kelime “düşkün” kelimesidir…
*
Bir de yok sayma, yok sayılma hali var. Yok sayan açısından yok sayılan kişi, kişiler veya toplum hareket eden ölü(ler) bile değildir, kişi de toplum da hiç yaşamamıştır, inkarı bile söz konusu değildir, çünkü olmayandır. Buna en iyi örnek devletin Kürtleri yok sayma, inkar etme halidir. Kürdü gömülü bellemede ön kabul halidir. Kürtler açısından ise bu yok sayılma, inkar edilme, hareket eden ölü(ler) olma hali bile değildir. Devletin Kürtlere yönelik en iyimser yaklaşımı “Muhayyel Kürdistan burada metfundur” sözü ile özetlenmiş bir yaklaşım halidir. Devlete göre, daha doğrusu devletin varını yoğuna katarak yarattığı bilinç düzeyine göre Kürtlerin kurduğu, kuracağı hayal bir yana, Kürtlerin hayal kapasitesi bile yoktur, olamaz. Kürde dair her şey ölüdür. Ağrı dağında metfundur. Bilge İnsan Yaşar Kemal’in “Kuş uçmaz kervan geçmez…” diyerek dağları hayal etmesi, dahası “Tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı…” diye devam ederek bir anlamıyla ait olduğu Kürt halkının dağ doruklarındaki yalnızlığını, unutulmuşluğunu ifade etmiş olması muhtemeldir. Ancak bunun ihtimali bile kabul edilir bir durum değildir devlet açısından, en çok da devleti Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak görenler açısından. Çünkü bu, tahammülü bile mümkün olmayan bir düşünüş biçimidir, akıl etme halidir. On(lar)a göre Bilge İnsan Yaşar Kemal’in böyle bir hayal kurmuş olması, yazmış olması mümkün değildir, düşünülmesi bile akılsızlıktır, çünkü Kürdün ölmüşü de, hareket eden ölü(ler)i de, dirileri de Ağrı dağında metfundur, gömülüdür, aslında olmayandır; dahası arzulanan, istenen İdil’deki gibi kendi yoluna giden, hikayesi kendi mecrasında akan bir Kürdü tuzağa düşürme halidir, kendi kavminden olan bir genci yok yere derdest etme halidir, güle oynaya hasmına eslim etme halidir, en nihayetinde kendine, halkına düşman olma halidir…
*
Hareket eden ölü(ler), en başta kendisine yabancıdır, kendisini var eden değerlere düşmandır, kendi doğasına, hakikatine aykırıdır, aitlik duygusunu tamamen kaybetmiştir, şuursuzluk halindedir. Sahip olduğu her şey, taşıdığı her özellik, bildiği her marifet bir ölü olarak hareket edebilme haline, daha doğrusu yaşadığını zannetme haline hizmet edebilmesi için vardır, ötesi yoktur. Bildiği tek kutsalı “ekmeğine bak…” çizgisidir, menzilindeki tek şey karnı tok olma halidir, gerisi lafügüzafdır. Her şart altında ekmeğine, aşına baksa da her zaman açtır, her zaman açıktadır, her zaman ölü olma halindedir.
Hareket eden ölü(ler) halindeki bir Kürt olmak, Kürdün en kötü hali olmalı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.