Hakarete tahammülü kalmamış bir halkın değerlerinden uzak durun...
İnsana, hayvana, dahası canlıya kötülük yapana, eziyet edene, parçası olduğu doğaya zarar verene, dahası ait olduğu topluma, halka ihanet edene, aleyhine açık, gizli işler çevirene hain deniyor. Hainlik, yer yüzünün her yerinde, bütün toplumlarda, bütün kültürlerde, bütün dinlerde tereddüde yer bırakmayacak bir şekilde mahkum edilmiştir, affedilmez suçların en başına yerleştirilmiştir. Bu durumda insana, hayvana ve doğaya zarar veren, ait olduğu topluma, halka ihanet eden kişiye hain deniyor ve böylece sonsuza kadar damgalı yaşamaya mahkum ediliyor. Okuduğumuz, bildiğimiz kadarıyla hemen hemen dünyanın her bir yerinde, her bir toplumunda hain vardır, muhtemelen de hep var olmaya devam edecektir. Dünyayı bir kenara bırakalım, kendimize dönelim, kendimize bakalım. Mesela dili inkar edilen, kimliği red edilen, iradesi hiçe sayılan, ekonomisi gasp edilen, rahat yüzü görmesine tahammül edilmeyen Kürtlerin buna itirazı hainlik midir, daha doğrusu buna karşı çıkan Kürt hain midir, bununla bağlantılı olarak Şeyh Said gerçekten hain midir, yoksa bir kahraman mıdır, ona bakalım…
*
Halkların tarihinde yüzyıl uzun bir süre sayılmaz, saklı gizli her şey bilinir, bellekteki canlılığını korur. Ben oldum olası halkın belleğine güvenirim, resmi belgeler yerine ona sığınır, ondan beslenmeye çalışırım. Günümüz de bile, en sıradan olayda bile belgelerin nasıl hazır edildiğini, özellikle de mahkemelerin saklı gizli koridorlarında, karanlık dehlizlerinde nasıl ters yüz edildiklerini, dosyalara yerleştirilerek belgeye dönüştürüldüklerini iyi biliyoruz, öyle geçmişe gitmeye gerek yok, bu günlerde görülen, Kürtlerin yargılandığı Kobanê Kumpas Davası’na bakmak, bu davaya yön veren bilgi notlarına, sahte tanıklara, atılan yalanlara, iftiralara, taraf olan kurumların pozisyonlarına, illaki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın akla hayale sığmayan, akıl dışı, gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan iddialarına bakmak bile yeterlidir. Gerçek böyle iken hiç kimse bizden Şeyh Said ve arkadaşlarının yargılandığı mahkemelerin dosyalarına yerleştirilen istihbaratın bilgi notlarına, sahte evraklarına, yalan raporlarına, tamamı menfaate dayalı olan asılsız iftiralarına güvenmemizi bekleyemez. Kaldı ki oluşturulan haksız tahakküm kabul edilemez, sonuçlarıyla birlikte mahkum edilmediği sürece muhatap alınamaz. Bunu söylemekle birlikte hiç kimse, hiçbir Kürt, Şeyh Said ve arkadaşlarından zarar gördüğünün iddiasında bulunmamıştır, doğaya, herhangi bir canlıya zarar verdikleri duyulmamıştır, bu yönde tek bir suçlama, tek bir beyan dahi söz konusu değildir…
*
İnsana, doğaya, canlıya zarar vermedikleri açık olan Şeyh Said ve arkadaşlarının ait oldukları topluma, halka, insanlığa da ihanet ettikleri iddia edilemez, bu nedenle de hainlikle yaftalanamazlar. Kendi halkına ihanet etmemiş hiç bir kimse hainlikle suçlanamaz, dahası inkara ve imhaya direnen hiç bir kimse egemenleri tarafından hain ilan edilemez, ancak ve ancak düşman görülebilirler. Ancak hiç bir düşmanlık da ebedi değildir, bilakis halkların kardeşliği için, en önemlisi bir arada yaşayabilmek için barış elzemdir. Elbette Şeyh Said ve arkadaşları, dili, kültürü, kimliği, varlığı inkar edilen Kürt halkına, kendi halkına yönelen ağır şiddetin önüne geçmek zorunda bırakılmıştır, bir alim olarak üstüne vazife olmayan bir meselenin tam ortasında kendisini bulmuştur, devletin çıplak gücüne direnmeye, ağır saldırısına karşı koymaya, askeri kuşatmaya alınan halka öncü olmaya zorlanarak hedef haline getirilmiştir. Pîran’daki provokasyonla tamamlanan kuşatmayı kırmanın, daha doğrusu kendisini hedef alan orantısız şiddete direnmenin dışında yaşama şansı kalmayan Şeyh Said, varını yoğunu feda etmek zorunda bırakılmıştır. Planı, programı olmayan, dahası kapsamı belli olmayan, hedefi ortaya konmayan ayaklanma mı olur. Muhtemel tehlike olarak öngörülen Kürtler, Şeyh Said liderliğinde çatışma ortamına çekilerek tepelenmiştir. Ötesi hikaye, ötesi külliyen yalan, iftira. Yaratılmak istenen Ulus Devlet’e giden yolun temizlenmesi adına, bir anlamıyla tek bayrak, tek, dil, tek millet ve tek devlete giden yolu kesme, bu yolda zorluk çıkarma, sıkıntı yaratma ihtimali olan kişi ve çevrelerin başında görülen Şeyh Said ve arkadaşlarının hedef alınması tarihi bir gerçektir. Sahte İngiliz belgeleriyle şeytanlaştırılarak düşman haline getirilmesinin biricik nedeni ulus devlet kurgusunu gerçekleştirme idealidir. Şeyh Said olayının Musul, Kerkük meselesiyle uzaktan yakından alakası yoktur, sonradan uydurulmuş bir hikayedir bu. Dünya devleti Osmanlı’nın yeri göğü titreten ordusu, cepheleri bir bir İngilizlere ve onların müttefiki Araplara terk edip tabana kuvvet kaçarken, ağır kayıplar vermeye devam eden Kürtler, Şeyh Mahmud Berzenci öncülüğünde savaşmayı sürdürmüştür. Bu nedenle Kürtler, İngilizlerin kafasında var olduğu düşünülen Kürdistan Krallığı’ndan olmuştur. Cibranlı Halit Bey’in önderliğinde Erzurum’da kurulan Azadi örgütünün zorlaması, Ankara hükümetinin provokasyonu sonucu öne çıkan Şeyh Said dahil, dönemin bilinen Kürt liderliği, bağlı oldukları Osmanlı devleti ve onun ardılı olan Ankara hükümeti ile arasına mesafe koymayı akıl edemediği, dar zamanda ortağı olduklarını sandığı devlete sırt çevirip kendi yoluna gitmeyi tercih etmediği için dünya siyasetinden dışlanmıştır, Türk kuyrukçuluğu ile suçlanmıştır. Dün bu durumun farkında olmayan Kürtler, artık her şeyin farkındadır, kim hain, kim değil bunu iyi biliyor . Daha fazla hakarete tahammülü kalmamış bir halkın değerlerinden uzak durmak herkes için daha hayırlı olacaktır. Daha fazla ne söylenebilir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.