GEÇMİŞTE KAYBOLMAK GELECEKTE YAŞAMAK
Televizyonun başına geçip yaşadığımız şehirde, çevrede ve dünyada neler olup bitiyor diye; kumandanın düğmesine basıp, her hangi bir kanaldan haberleri izlemeye başladığımızda nerdeyse donup kalıyoruz. Çünkü ilk görüntüyle birlikte karşımıza; ölme, öldürme, yaralama, gasp vb. haberleri çıkıyor. Benzer içerikler peş peşe sıralanıyor. Böylece sırılsıklam şiddet haberleri uzayıp gidiyor. Hani neredeyse televizyondan kan damlayacak misali. Ara sıra hayvanların kurtarılması veya onlara sahip çıkılması gibi birkaç haber bizi kendimize getirmeye, insanlığımızı hatırlatmaya çalışsa da bunun etkisi fazla uzun sürmüyor. Ardından gelen haberle tekrardan koltuğumuzda gerilip kalıyoruz.
Ne kadar şiddet dolu bir dünya da yaşıyoruz. Sanki şiddet bataklığının içinde debeleniyor gibiyiz. Ruh sağlığımızın da gittikçe bozuluyor ve ruh halimiz meteoroloji haberleri gibi sürekli değişiyor. Bir günümüz diğerini tutmuyor mevsiminde yağmayan kar gibi. Kısacası ruh halimiz hiç iyi değil, çok git gelli; tıpkı rüzgârın estiği yöne göre kendini bırakan ağaç gibi; Bir o yana bir bu yana sallanıp duruyor.
İnsanın öldürülmediği gün yok gibi. Saniyede kaç insan doğuyor, kaç insan öldürülüyor. Acaba bu oran dengede mi gidiyor? Eğer öldürmeler fazlaysa Bu kadar öldürülme sonucu acaba dünya nüfusun sonu gelir mi? Ölenlerin görüntüsü, katilin pişkin halleri ekranlara gelince insanın ruh hali alt üst oluyor. Katilin; öldürmekten zafer kazanmış, zevkten sarhoş olmuş hali, sırıtan yüz ifadesi; hafızamıza işliyor. Vahşi hayvanın avını parçaladıktan sonra onda bile görülmeyen zafer havası. Arenada gladyatörlerin dövüşünü izleyenlerin yenilenin öldürülmesi için locadan yapılan çılgınca tezahürat gibi televizyon başında duygularımız hop oturup hop kalkar oluyor. Duygularımız ister istemez kontrolden çıkıyor, şiddet bilinçaltımıza yerleşiyor. Bir bakıyoruz bizde de öldürme taraftarlığı duygularımızda gelişme eğilimi gösteriyor. Öldürenle birlikte nerdeyse daha fazlası diye tezahürat yapmaya kalkacağız. Bu ruh halinin kitlesel bir hal alması nasıl bir cinnet durumu yaratır. Bu boğazlaşma isterisinden kendimizi nasıl kurtaracağız? Bu vürüsün bünyemize girmesini nasıl engelleyeceğiz? Sakin kafayla düşündüğümüzde ölüm ve öldürme niye bu kadar kabul görüyor? Sorun olarak gördüğümüz her şeyi niye en kestirmeden öldürmeyle çözmeye çalışıyor ve gözünü kırpmadan yaşamın ve kendi soyunun katili oluyor. Arabesk parçasındaki söz gibi ”Yaşamak varken öldürmek niye” Biraz aklıselim yaklaşınca insan buna anlam vermek istemiyor.
Stephen Hawking, insanların yeni bir gezegen bulmaları gerektiğini, çünkü bin yıl sonra dünyanın artık yaşanamaz hale geleceğini söylemişti. Bu kadar vahşileşen insan başka gezegene gittiğinde orasını da dünya gibi bir çöplüğe çevirip yaşanamaz hale getirmeyecek mi? Başka gezegenlerin selameti açısından, başka gezegen arayışına girilmemesi daha iyi değil mi? Çünkü insanlığa hizmet olsun diye geliştirilen yeni bir icat, daha sonradan insanı katleden bir araca dönüştürülüyor. Bu engellenemiyor. Bu açıdan bilim adamları bir açmazı yaşıyor. İcatlarının ilerde kötü niyetliler tarafından, amacının dışında kullanılmasını engelleyecek bir çözümleri de yok.
Yaşamı herkes üretemez. Bazıları dünyaya gelir hiçbir iz bırakmadan terki diyar eder. Yaşamı ancak geleceğe yürümek isteyen, yeniyi ve güzeli inşa etmek isteyen, umutlu, güçlü insanlar üretir. Şiddet; yaşamın doğal akışına terstir. Şiddet öfke yüklü bir patlamadır. Öfke duygularına hâkim olamama halidir. Dolayısıyla insanın güçsüzlüğüdür. Öfke kontrolden çıktığında ise insanın cinnet halidir. Öldürme içgüdüsünün kişiye hâkim olması ve onu vahşi bir yaratığa dönüştürmesidir. Öfkenin bu yok etme eğilimi karşısındakini düşünmeden öldürmedir. Yaşamdan öç almadır. Yaratıcı olamayan, üretemeyen, umutsuz olanda, yok etme eğilimi daha güçlü gelişmektedir.
Ölüm severler için, geleceği fethetme gibi bir eğilim gösterseler de özünde onlar için geçmiş daha önemlidir. Hiç bir zaman gelecekte değil, hep geçmişte yaşarlar. Çünkü geleceğe ilişkin hayalleri gerçekçi değildir. Onlar için yaşamda farklı renk ve çeşitlilik yoktur. Bu yüzden onlarda yok etme eğilimleri güçlüdür. Ölüm severlik, bir tutku durumundadır. Ölümsever her zaman korkar ve korkutur. Yaşamı öldürür. Yaşamın hareketliliği ve coşkusu onda derin kuşkular uyandırır. Ölümseverlerin yaygınlaştığı toplumlarda hoşgörülü ortamlar yaratılamaz. Yaşama sevincini yitirmiş, sevgisi kaybolmuş kişiler geleceği zehirlemektedirler. Ölümü sevenler gelecekte yaşayamazla. Yaşamı mı yoksa ölümü mü sevmeliyiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.