Dünya Yolculuğu
“Bugün oturdum ölümü düşündüm,
Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken.”
Ahmet Erhan
Yaz okumalarının hayatımdaki yeri çok başkadır. Yazın getirdiği o coşkulu ve bereketli hava ruh halime yansıyor, farklı bir enerjiyle okuyorum. Bundandır ki yazın okuduğum kitapları yazın başında özenle belirliyorum. Bu yaz için hazırladığım okuma listemde Yaşar Kemal’in Akçasazın Ağaları adlı roman serisi de vardı. Yaşar Kemal, her eserinde daha çok hayran bırakıyor okuru kendine. Her eserinde yazdıklarını soluyor, görüyor ve duyuyoruz. Serinin ikinci kitabı olan Yusufçuk Yusuf’ta ölüm üzerine beni düşündüren birçok kısım vardı. Yaşar Kemal sadece dünyayı değil ölümü de çokça hatırlatıyor insana, özellikle kendi coğrafyasındaki ölümü. Öyle ki beni bu yazıyı yazmaya itti.
“Çok koşarlar, koşarlar da ölüm onlara hiçbir zaman erişemez.” dedi Molla Haydar gülerek. “Allah o iki at gibi kimseyi etmesin… Dünyanın sonuna kadar çok acı, çok yoksulluk, çok ölüm görecekler. Yanlarında yörelerinde dünyalar yıkılacak, onlar öyle seyirci kalacaklar. Her gün her gün, her ölenle ölecekler, her acı çekenle acı çekecekler. Allah bu atları neden sevmez ola ki, bu iki atı ölümsüz kılmış.”
“Bilemem,” diye bağırdı Yel Veli.
“Dur bağırma,” dedi Molla Haydar. “O atlar dövüşüyorlar. Düldül kardeşlik, hem de barış, hem de hürriyet için savaştadır. Kırat eşitlik için daha kan revan içindedir. Allah onlara ölümsüzlük belasını vermiş ama, vazife de vermiş. Yaa, Yel Veli!”
“Bilemem,” diye bağırdı Yel Veli.
Alevi dedesi Molla Haydar ayağa kalktı: “Ölüm iyidir,” dedi. “Ölüm, bilene, en güzel yaşamaktır. Yaa, Yel Veli.”
Bu kısmı okuduktan sonra ölüm üzerine epeyce düşündüm. Ya ölüm olmasaydı? Dünya daha güzel bir yer mi olurdu acaba yoksa herkes bıkar mıydı yaşamaktan? İnsanların ölümlü bir dünyada birbirlerine tahammülleri kalmamışken ölümsüz bir dünyada her şey daha kötü olurdu muhtemelen. Ölüm dünyadaki en gerekli ve hak şey. Çileli dünya hayatının bitişi, ebedi hayatın başlangıcı. Dağı tırmanıp zirveye varmak gibi. Henüz yirmiye varmayan yaşımda bunların farkında olmam; birçok açıdan iyi, birçok açıdan kötü bir manevi yük. Bunun farkındayım ama yükümün artmasını kendim istedim.
Yaşadıkça anlıyor insan tüm bunları. Bu sebeple bazı büyüklerimiz ölümü hasretle bekliyor. Bunca kırgınlığın, kabalığın, ayrılığın boşuna olduğunu biliyorlar. Ne diye kırıyoruz birbirimizi? Ölüm hepimize bu denli yakınken neden hala ihtiraslarımızın peşindeyiz? İnsan olmak, bu soruları cevaplayamama acemiliğine sahip olmak demek. Bu soruların yanıtlarına yaklaştıkça aslında ölüme de yaklaşıyoruz. Keşke birbirimizi kıracak, anlamsız hırsların peşinden koşacak kadar acemi olmasaydık yaşamaya.
Ölümün bilincinde olmak gerek fakat sürekli ölüm üzerine düşünmek dünya yolculuğumuzu daha zahmetli kılar. Beklemek de gelmesini istememek de izafi sonuçlar doğurur insan için. Einstein’ın İzafiyet Teorisi’ne yüzeysel olarak çekebiliriz bu durumu. Nasıl ki zamanı geçmez veya hızlı hale getiren bizlersek ölümü gelmez veya gecikmez hale getiren de bizler oluruz.
Bu durumda yapmamız gereken tek bir şey var: Yolu dürüst ve samimi bir şekilde bitirmeye çalışmak.
Adımlarımızın bereketli ve keyifli olması ümidiyle…