Zülküf Kışanak

Zülküf Kışanak

Dağ taş Roboski’ye ağladı…

Dağ taş Roboski’ye ağladı…

Sınır boyları her zaman acıyı, hüznü, ayrılığı hatırlatır insana, ölümü yaşatır insana. Nerede bir sınır varsa mutlaka orada insani olmayan bir hikaye vardır, orada birden çok acı vardır, orada hadi hesabı olmayan zamansız ölümler vardır. Hele hakiki olmayan ki bana sorarsanız dünyayı paramparça etmiş hiçbir sınır hakiki değildir, illaki hakka, hukuka dayanmayan sınırlar, hayatın akışına uymayan sınırlar en acılı sınırlardır, en trajik hikayelerin boy verdiği ölümcül sınırlardır. Çünkü bu sınırlar haksız tahakkümün, zorun, şiddetin zirveleştiği, ölümün kol gezdiği, insanın hiçleştiği, insanlığın hepten unutulduğu amansız yaşam alanlarıdır, firari canların gasp edildiği zulüm hatlarıdır. Onun için sınır boylarında vurulmak kadar ağır değildir hiçbir ölüm, sınır boylarında unutulmak kadar hüzünlü değildir hiçbir ayrılık...

*

Feryadın derin vadi tabanlarında bir başka yankılandığı, çığlığın gözyaşına boğulmuş dağları aşıp yeryüzünün her bir tarafına yayıldığı, aklın gördükleri karşısında donup kaldığı, çaresiz hissettirdiği, büsbütün ezildiği, yiğit Goyi kadınlarının illaki gözüpek çocuklarının çığlığı karşısında un ufak olduğu can yuvası Roboski, yüreğimin durduğu köy de sınır boylarındadır, dahası firari canların gün batımında, gün doğumunda, gecenin en zifiri vaktinde, gün ortasında, vaktin her anında, yaz kış toprağa düştüğü sınır boylarındadır. Hep ölümü yaşıyor, hep ayrılığa tanık oluyor Roboskili, bilmem hangi başkentin, hangi şatafatlı şatonun, hangi diplomatik koridorun loş ışıkları altına kurulan masaya serilmiş kanlı haritaların üzerinde pay edilmiş günden bu yana, dere dere, tepe tepe, taş taş bölüştürülmüş, dahası dağları, vadileri baştan başa yarmış sınırın iki yanına düşen evlerinde, bağlarında, bahçelerinde. Ve hep vuruluyor, vuruluyor…

*

O günü hiç unutmam, gecenin geç bir vaktinde çıktık yola, gün doğumundan hemen önce vardık onlarca çocuğun, gencin uçaklarla vurulduğu sınıra, yüreği paramparça edilmiş Roboski’ye. Bir defa daha kıyameti kopmuştu Kürdün sınır boylarında. Tam 34 can, 34 Goyi delikanlısı vurulmuştu bu defa, her biri kana susamış bir canavar, her biri cana kilitlenmiş bir katil, kazan bombalarıyla. Yer gök feryad ü figan ediyordu adeta zalime, illaki çocukların ölümüne doymayan asık surak, patlayan öfkenin karşısında adeta sus pus olmuş muktedirin zulmüne. Kars’tan Maraş’a, Hakkari’den Sivas’a kadar her bir yerden, her bir memleketten sel olup akmıştı kadınlar, gençler, yaşlılar can evinden vurulmuş Roboski’ye, sınırdaki Kürdün can pazarına…

*

O gün, evet o gün, dağ taş kan ağlıyordu sanki Roboski’ye, binlerin omuzunda ardı sıra taşınan 34 tabuta, paramparça edilmiş küçücük bedenlere, bıyıkları henüz terlemiş çocuklara, dağların efendisi özgür Goyilerin göz bebeklerine, canlarına. Sınırın ötesindeki dağların ardından tembel tembel göğe yükselen yaşamın efendisi güneşin bile keyfi hepten kaçmıştı, yeryüzüne olan şevki iyice kısılmıştı, can evinden vurulmuş Kürde sırt çeviren aleme kırılmıştı adeta. Bir tek muktedirden ses yoktu, bir tek muktedir kulaklarını tıkamıştı, bir tek muktedir görmek istemiyordu acısını memleketimin, oy. Roboski, oy, oy, oy…

kose-tigris.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zülküf Kışanak Arşivi
SON YAZILAR