Ne çok ölüm biriktirdik?
40 yılı aşkın tanıklığımı sorguluyorum.
Sorgulama gerekçem;
Bir türlü sona erdiremediğimiz, son verme becerisi gösteremediğimiz ölümler…
Ölümle-çözüm arasında sıkıştırıldık.
Sadece ölümle sınanan bir kuşak olduk.
Önce sorarak devam edeceğim, sonra kendimi, kendimizi, tanıklığımızı değil, bizi/Bizleri/hepimizi ‘Kadrolu tanık’ ya da ‘konu mankeni’ gibi kullananları sorgulamak istiyorum.
Sorumlu; siyaset, siyaset kurumları…
Sorgulamamız gereken, kararsız karar vericiler olmalı!
*
-Bu ölümlerin üzerinden yazılar yazmaya ne kadar devam edeceğiz?
-Bireylerini ölümlere tanık ettiren bir coğrafyada yaşamanın ağır yükünü nereye kadar taşıyacağız?
-Barış içinde, huzurlu bir geleceğin birlikte tesisi için daha ne kadar beklememiz gerekiyor?
-Çocuklarını genç yaşta toprağa veren ailelerin gözyaşları ile yaşamımızı daha ne kadar devam ettirmeyi düşünüyor ve hedefliyoruz?
-Kardeş çocuklar, yönetenlerin tepede kalma egolarının tatmini için birbirlerinin kanını daha ne kadar dökecek?
Bu sorular, hepimize ait toplumsal sorular.
Aslında, bu sorular normal yaşam içinde birey olarak iç hesaplaşma anlarında kendimize sorduğumuz sorular. Daha fazla ölümlere tanıklık etmemek adına bir şekilde toplumsal öne çıkışı yaratarak, bu soruları iç dünyamızdan çıkarıp, dışarıya haykırmamız gerekmiyor mu?
Sorular giderek çoğalıyor, çoğaldıkça ölümlerde artıyor.
Ne çok ölüm biriktirdik?
Toplum olarak skor tabelasına bakar gibi, ölümleri içselleştiren, sayılar üzerinde bahis oynayan ölü yıkayıcı pozisyonunu kanıksama gibi hiçte insani olmayan duyguların sahibi olmaya devam ediyoruz.
İnsan hakları, demokrasi, bireysel özgürlük gibi kavramları dilimizden düşürmeyip, bireylerin ölümüne seyirci olmak gibi bir rolü kabullendikçe, ölümler için rol biçenlerin işlerini de o oranda kolaylaştırdığımız gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.
TV ekranlarındaki yorumlar hiçte yabancı değil.
40 yıllık süreçte konuşulanlar hiç değişmedi.
Aynı eksende kendi etrafımızda dönüp, aynı şeyleri konuşmuşuz, konuşmaya devam ediyoruz.
İktidar erkleri değişmiş, ‘Çözüyoruz’, ‘çözeceğiz’ demişler ve halkları kandırmışlar.
‘Demokratik sivil siyaset’ deyip bizleri oyalamışlar.
Maalesef bizde kandırılmaya müsait bir pozisyon alarak işlerini kolaylaştırdık.
Topluma ölümü gösterip, sıtmaya razı eden, eski deyimle ehven-i şer politikasına kanal açmışız.
Şimdi bu kanalı tıkamak için bir şeyler yapmak gerekmiyor mu?
Siyaset kurumunun ölümle-sıtma arasında diri tuttuğu politikalarını açığa çıkarmanın ötesinde, karşısında durmanın, çözüm için zorlamanın zamanı çoktan geçmedi mi?
Hala, ‘Bu kadar şehit var’, ‘Bu kadar terörist ele geçirildi’ açıklamaları dinliyoruz. Cenaze törenleriyle halklar arasına düşmanlık tohumları ekmeye çalışan zihniyetlere karşı mutlaka söylenmesi, yapılması gereken bir şeyler vardır.
Mutlaka da olmalıdır.
Aksi takdirde, bu coğrafyada sayısız ölümlere tanıklıklarımız devam eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.