BİR UÇTAN DİĞER UCA
Örgünleşmemiş toplumlar, bir uçtan diğer uca savrulurlar. Eskiler buna ifrattan tefrite derlerdi. Analiz etmekten, bireşime ulaşmaktan yoksunluk, tepkisel yaklaşımları tetikler. Sonucu da bir uçtan diğer uca savrulmak oluyor!
Sürü kültüründen, linç kültüründen bireyciliğe (salt kendini düşünen, dünya yansa umurunda olmayan) sürükleniyoruz! İki ucu da berbat bir düzlemde Roma toplumundaki çift yüzlü Tanrı Janus’u andırıyoruz!
Biz toplum olarak bazı dönemleri yaşamadan bugünlere geldik. Bizde, gelişmişlik anlamında bazı halkalar eksik. Batı toplumlarının birkaç yüzyılda yaşadığını biz toplum olarak içselleştiremeden ve açgözlülükle bugünlerde yaşamaya çalışıyoruz. Paris’te 300 yıldır değişmeyen adresler varken bizde 3 yılda yaşadığımız yerler, yerle bir oluyor! Yeni yapılaşmalar oluyor! Beton yığınlarına gömülüyoruz!
Yazılı topluma geçemeden görsel bombardımana tutulduk. Şimdilerde varsa yoksa televizyon, diziler, bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve görsel medya… Geleceğimizi karartan bir tüketim açlığı içindeyiz. Üretimimiz yetersiz, yaratıcılık sınırlandırılıyor. Var olan kurumlarımız da çözülüyor. Örgütlülük zaten yasak! Benim söz ettiğim karın ağrısı siyasi örgütlenmeler değil ki onlar da bir gereksinim. Ben mesleki, sivil örgütlenmelerden söz ediyorum. Ah, bir de içine sokulduğumuz bu savaş psikozu, çürütüyor toplumu! Ülkenin enerjisi de, geleceği de mezarlıklara gömülüyor!
“Uzaklarda bir tren ağlıyor gecede
Ay rüzgârlı bir mendil ve esirgeniyor
Göğsü kabarık bir ırmak iç çekiyor
Dağların başı ellerinin arasında
Hayat gafil avlanmış, ölüm acar
Hıçkırıklar bir düğüm boğazlarda
Hangi iblisin sihridir bu böyle
İnsanların taş kesildiği bir ülke”
Aydın ALP/ RUHLAR MAHŞERİ
Ortadoğu’yla aynı kumaştan olduğumuz gitgide daha bir belirginleşiyor. Farklılıklara tahammülsüzlük, tek tipleşme, ırkçılık ve bağnazlık; boğuyor hayatı! Ve bu hengame içinde, bu sisli ortamda, bütün değerlerimize yabancılaşıyoruz. Yaşama sevincimizi yitiriyoruz; unutuyoruz güzellikleri bir bir unutuyoruz! Bilimden, felsefeden, edebiyattan, müzikten, resimden, tiyatrodan; bütün sanatsal etkinliklerden bağımız kopuyor! Ne sanat ne ‘nanoteknoloji’ ne sanayi ne de uzay çağı…
“Aynı çağı yaşadığımız koca bir yalan
Her coğrafyada ayrı bir takvim
Yüz yüze olduğumuz mevsimler ayrı ayrı…” Aydın ALP/ RUHLAR MAHŞERİ
1990’lı yıllardı. İstanbul’da bir sevgilim vardı. O aralar İstanbul’a sık sık giderdim. Bir gün İstanbul’dan Diyarbakır’a dönmek için otogara girdiğimde bir arkadaşımla rastlaştım. Beni, yeni açtığı cafeye götürdü. Oturduğumda otogardaki sivil görevliler de geldi. İşyeri sahibi arkadaşım beni öğretmen, yazar diye tanıttı. Görevlilere, buyurun birlikte oturalım dedim. Zaten belki de elimdeki gazeteleri okumak istediklerinden hemen oturdular. Sohbet ederken onlara biz örgünleşmemiş bir toplumuz. Sözgelimi İsveç, nüfusun birkaç katı sivil ve mesleki örgütlenmeye sahip dedim. Bir görevlinin söylediği laf, beynime çivi gibi çakılı kaldı. Bana, hocam bizim burada kanarya severler derneği de açılsa üç gün sonra bu ülke nasıl kurtulur moduna girmeye başlanır, dedi. Gerçekten de öyle! Ama bu saptamada sorunları çözmekle yükümlü olanların sorunlara kayıtsız kalmasının ya da çözümü ertelemelerinin de payı var diye düşünüyorum.
Kurumsallığı, örgütlülüğü olmayan toplumlarda yaşam katılaşır! Göre(ce)li durumlar bile mutlaklaştırılır ve genelleştirilir! Hep böyledir ve böyle olacaktır belitine dönüştürülür. Doğmaların gölgesinde yaşam, yavanlaşır ve tatsızlaşır. Yaratıcılığa, özgürlüklere, adalete, bilime, felsefeye düşmanlık olan cehaletin, bağnazlık ve ırkçılığın karanlığı; zifiridir ve sonu da, sonucu da ölümler ve katliamlardır! Bu cendereden bir an evvel çıkmak dileğiyle sevgiler, saygılar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.