Beklediğim güneş yüzünü göstersin diye…
Günlerce, belki de aylarca bekledim seni, bildiğim en berbat, en dayanılmaz vadinin dünyayı bana dar eden sığınağında. Hiç ummadığım bir vakitte, hiç beklemediğim bir anda yoluma çıkan deli dolu fırtına dinsin, Tanrı Kral’ın hazinesine dadanmış bir haydut gibi sığınağımın her bir yanında çıkardığı uğultu ile beni delirtmeye yeminli rüzgar bir an önce dursun diye, dahası özlemle beklediğim güneş beni alıp götürsün diye. Hep bekledim seni, hep umut ettim bana yol olacak tanrısal işareti, varoluşumun ezelinden bu yana tanış olduğum aydınlığı, ta en başından beri büyük kudretine erdiğim ışığı...
O an, beklediğim o an çıkıp geldi aklımı yitirmek üzere olduğum gecenin şafağında, son bir defa yeryüzünün her bir yerinde yasaklı adını sayıklarken. Yüzünü gösteren güneşim, korkunun acele fayda etmediğini öğrendiğim ışığım, yolunu şaşırmış bir süvari gibi en olmaz geçitleri, en sarp dağları aşıp geldi en sonunda, belki de yuvasını arayan bir dağ kırlangıcı gibi demeliyim ona. Dokundu ruhuma, sarstı beni tam vaktinde, uyur gezer yaşadığım o daracık sığınağımda, bir ömür inatla beklediğim en sahici gülücük, en hakiki bakış Derwêşê Evdi’nin kilamı eşliğinde. Su kadar sevdiğim, toprak kadar yar olduğum özgür yaşama alıp götürsün diye beni. Dahası uslanmaz bir çocuğun sevinciyle sarılabileyim diye sırtımı verdiğim dağa, dağlara…
Uyanır uyanmaz, kabuğunu henüz kırmış sersem kelebeğin bir gün, evet bir gün daha fazla yaşama umuduyla yürüdüm, kayıp annesini arayan yavru bir serçenin kovulduğu kalu beladan kalma yuvasının özlemiyle yol aldım, yüzümü dört duvara hapsedilmiş gamzeli kadının yüzündeki yedi rengin, aşkla dinlediğim dengbêjlerin piri Siltanê Reş’in avazındaki yedi sesin ahengine vererek. Tam gün batımında vardım çocukluğumun kayıplara karıştığı Zinarê Xamo’ya. Sana…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.