Stoacılık ve Toplumsal Gerçeklik
Kıbrıslı Zenon tarafından bu düşünce akımı, insanı merkeze alan ve tüm evrenin kutsal bir güç tarafından idare edildiğini savunur. Bu nedenle insan tanrısal bir varlıktır. İnsanın aklını kullanma becerisiyle diğer canlılardan ayrıldığını bir başka ifadeyle insanın muhakeme becerisiyle seçimlerde bulunarak yasam sürdüğünü belirtir.
Stoacılık, tarihsel olarak kökleri Helenistik döneme kadar uzanan çok derinlikli bir felsefi alandır. Dolayısıyla burada daha çok bu düşünce alanının günümüz açısından bir karşılığının olup olmadığına ilişkin bir perspektif sunmaktır.
Stoacılar, evreni yöneten kutsal iradenin tüm insanlara aynı aklı verdiğini düşünürler. Dolaysıyla tüm insanların eşit olduğunu ifade ettikleri için köleciliğe karşıdırlar.
Bu düşünce sisteminde bilgelik, adalet, yiğitlik, ölçülülük ve dürüstlük gibi temel değerler oldukça önemlidir.Stoacılık, insana zarar veren duyguların üstesinden gelebilmek için irade ve sabrı geliştirmek gerektiğine odaklanırlar. Olan biteni anlayabilmek için tarafsız ve şeffaf bir şekilde hareket edilmesini değerli bulurlar.
Stoacılar,esas olarak “kişinin etik ve ahlak olarak iyiliğiyle ilgilenirler” “Erdem doğaya uygun yaşamaktır” bu temel ilkenin insan ilişkilerinde de uygulanmasını savunurlar. Öfke, kin ve kıskançlıktan uzak durulması gerektiği düşüncesinden hareketle, ayırımcılığa yol açan unsurlara mesafelidirler.Onlara göre tüm insanlar doğaları gereği bir birlerinden farksız yani eşittirler.
Stoacılığın günümüzdeki kullanımına baktığımızda bazı kesimler onları şöyle ifade eder; özellikle acıya, mutluluğa, kedere ve yasa kaygısız olan kişilerdir.Başka bir ifadeyle “Duygularını bastıran veya sabırla dayanan” insanlar olarak nitelendirilirler. Bu düşünce sisteminin ana çerçevesinin;” her birey doğanın bir parçası, adeta bir yapı taşıdır. Bu sebeple ırk, renk, coğrafya ve maddi güç gibi farklılıklardan dolayı ayrımcılığa uğraması etik değildir. İnsanlar, evrensel eşitliğe sahiptir. Evrensel bir devlet ve tüm insanların eşit davranmalıdır.” yaklaşımına dayandığını belirtmek mümkün.
İlk dönem stoacılar devlet, aile, tapınak ve paranın olmadığı bir toplum düzeni tasarlamışlardı. Geç stoa döneminde ise bilgeler tarafından yönetilen evrensel devlet anlayışı gelişmiştir.
Stoacılar, insanlar arasındaki tüm sınıfsal farklılıkları reddeder. Örneğin; özgür- köle, zengin-fakir, güzel- çirkin, asil- barbar gibi ayırımları önemsemezler. Bu yaklaşımda toplumsal eşitlik savunusu söz konusudur.
Stoacılara göre, özgürlük, insanın dışardan aldığı yâda ona sunulan bir şey olamadığını, insanın bilgeliği sayesinde kendi zihninde ürettiği bir durumdur. Böyle bakınca zengin birisi duygularının kölesi, fakir birisi ise zihninin efendisi olabilir. Burada vurgulanmak istenen şey, özgürlüğün bireysel dinamiklerle ve niteliksel içselleştirmeyle sağlanabileceğidir.
Stoacılara göre doğayla barışık olan insanın mutlu olmaması mümkün değildir. Evreni canlı tek bir organizmaya benzeterek insanın da bunun merkezinde olduğunu iddia ederler.En önemli değerlerinin erdem olduğunu savunurlar. Bu yaklaşım biçimi, insanın doğayla barışık ve doğayı sömürmeden yaşaması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Stoa öğretisinin özellikle Rönesans döneminde etkileri çok büyük olmuştur. Günümüzde de etkileri devam etmektedir. Bu anlayış, Montaigne, Descartes ve Pascal gibi önemli filozoflara esin kaynağı olmuştur.
Irk, renk, coğrafya ve inanç ayırımının olmadığı bir dünya vatandaşlığı savunusunun arkasında köklü Helenistik dönembulunmaktadır. Stoacı ahlak, tüm insanları eşit ve kardeş görme ilkesine dayanmaktadır.
Stoacı felsefeden hareketle tarih boyunca birçok girişim olmuştur. Buna Roma’nın yayılmacı durumunu örnek göstermek mümkün. Günümüzde semavi dinlerin yayılma biçimlerine baktığımızda yine bu temel felsefenin yapı taşlarının etkilerini görmekteyiz. Aynı şekilde demokratik bir toplum inşasında da bu anlayışın izlerini belli oranlarda görmek mümkün. Mesele bu düzenlerin ne şekilde kurulduğudur. Sözgelimi; ABD, Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlükleri getireceğini iddia ederek aslında emperyalist emelleri için bu dinamikleri kullanmıştır.
Tüm dünyaya yayılma hedefinde olan düşünce, inanç ve ideolojik yapıların temeli,sahip olunan doğruların topyekûnhâkim kılma isteği ve çabasına dayanmaktadır. Buradaki sorun monarşizm, otoriterizm ve totalitarizm anlayışlarındaki baskı yoluyla düzeninhâkim kılınmak istenmesine benzer durumların olabilme ihtimalidir.Aynı durumu kapitalist yayılmacılığında da görmek mümkün. Kapitalizmdeki dayatma daha çok insani değerlerin dönüştürülmesiylegerçekleştirilmektedir. Az olanla yetinme düşünesi “çok çalış daha fazlasına ulaş” umudu verilerek şartlar “ rızaya” dayalı gele getirilmektedir. Bu durum, sistematik olarak beraberinde emek sömürüsü ve umut tacirliğini getirmektedir.
Günümüzde tüm inanç ve siyasal sistemlerin her yere hakim olma çabalarının altında yatan motivasyonstoacılıktan gelmektedir.Tüm mesele bu anlayışın nasıl kullanıldığıdır.
Stoacı anlayışı özetleyecek olursak; doğayla uyumlu bireylerin oluşturduğu toplumsal yasalar, fizik yasaları ile birey aklının yasalarının hep aynı evrensel aklın bir parçası olduğunu öne sürerler. Bu düşünceden hareketle bir evrensel kardeşlik düşüncesine, dünya vatandaşlığı anlayışına ve kozmopolitanizme ulaşmışlardır.Temel vurgu doğa yasaları, toplumsal yasalar ve birey aklının evrensel akılla uygunluk içinde olmasıdır. Bireysel akıl Tanrısal akıldan pay alarak tüm ayrıştırıcı unsurları önemsiz kılar. Günümüz açısında bu anlayışın kırılma yeri tamda bu noktadır. Kimi ideolojik yapılar bunu sekülarizme, kimisi de teolojiye göre sentezlemiştir. Yenidünya düzeni de bu temel ayrışma üzerine kurulmaya çalışılmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.