NEREDE O ESKİ GÜNLER-2
İkinci Dünya savaşında daha fazla kitle ve çevre katliamına yol açan atom bombasının kullanılması; nükleer santrallerin yarattığı sorunlar, insanlığın gündemine taşınıyor. Bu dönemde ortaya çıkan çevreci hareketler; fabrikaların çevreyi, havayı kirletmesi, ormanların yok edilmesi, bazı hayvan nesillerinin yok edilmesi, sera gazlarının atmosferi etkilemesi, kutuplarda buzulların erimesi, nükleer sızıntıların çevreyi kirletmesi ve insanı etkilemesi, zehirli atıklarla yer altı su kaynaklarının kirlenmesi ve en başta da insan yaşamını ve sağlığını etkilemesine karşı duyarlılık oluşturmaya çalışıyor.
Ekoloji ise; çevre sorunlarıyla birlikte, araştırma ve incelemesinin merkezine insanı oturtarak tarihsel-toplumsal boyutlu ve kapitalist sistem kaynaklı olarak ele alıyor. Yeni bir bilim dalı olarak ortaya çıkan Ekoloji fikrini ilk olarak 1870 yıllarında Alman bilim adamı Ernest Haeckel ortaya atıyor.
İnsan ve toplumun gelişmesi, doğanın evrimsel gelişiminden kopuk olmamıştır. Doğada yaşam basitten karmaşığa doğru ve uyumlu bir gelişme seyri izliyor. Toplum doğanın bağrında gelişiyor. Topluluk döneminden toplum aşamasına geçmesiyle birlikte insanoğlunun da düşüncesi gelişiyor ve artık insanın yaşamına bilinç yön vermeye başlıyor. İnsanoğlu doğal yaşam seyri özünde fazla değişikliğe uğramadan, doğaya ihanet etmeden devam ettiriyor. Doğaya tahakküm eden zihniyet aslında erkek karakterlidir. Egemen erkek kültürü cinsiyetçi toplumun sonuçlarıdır ve bunu iyi kuruyorlar.
Sanayi devrimiyle birlikte başlayan yeni toplum düzeni; kapitalist emperyalist aşamada çok kıyıcı bir sisteme dönüşüyor. Sadece doğayı değil kendi soyunu da tehdit ediyor. Kendi insan soyunu, canlı türlerini yok edip, atmosferi kirleten sistem yaşam adına her şeye zarar veriyor. Bunu daha fazla kar uğruna yapması doğayı ve insanlığı geri dönülemez bir sürece ve çürümeye sürüklüyor. Doğal toplumda komünal yaşayan insan kapitalist sistemde son derece bireycileşmiş ve başlangıç değerlerinden kopmuştur. Kapitalizmle birlikte kanserleşen bir toplum özelliği ortaya çıkıyor. Kapitalist- emperyalist sistem insanı var eden değerlerden ve komünal yaşamdan koparıyor.
Özellikle ikinci dünya savaşının sonuçları çok yıkıcıdır oluyor. Irkçılık, milliyetçilik, Hitler faşizmi gelişti, insanlar yakılıyor. Kitle imha silahlarıyla, atom bombasıyla, hidrojen, kimyasal bombasıyla kendi türüne ve tüm doğaya karşı korkunç bir yok etme mekanizmasına dönüşen sistemin yöneticileri kendileriyle birlikte tüm toplumları da bu maceranın peşinden sürüklüyor. Burada kendi soyuna doğaya ve diğer canlılara karşı bu kadar zarar veren insandan başka bir canlı türünün olmadığını görmekteyiz.
Fakat insanoğlunun doğaya yaklaşımı geçmişte çok kutsaldı. Onu adeta ana gibi görmekteydi. Hava, toprak ve suyun yaratıcılığını biliyor ve onu yüceleştiriyordu. Hiç bir hayvanı gereksiz yere öldürmüyor, ağacı kesmiyor, doğaya zarar vermiyor. Doğayı bereketli ve üretici görüyorlar. İhtiyacı kadar hayvan öldürüyor ve bunu yaparken de törenler düzenleniyor. O yüzden doğal toplumda yaşamın kendisi doğadan kopuk değil yaşam kaynağı olarak görülüyor ve o yüzden kutsaldı, ana gibi görüyordu. Doğaya tahakküm eden anlayış önce erkek karakterli olarak gelişiyor. Egemen erkek kültürü yeni cinsiyetçi toplumun sonuçları olarak ortaya çıkıyor. Önce evde kurulan hâkimiyet sonradan bütün topluma giydiriliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.