Kürtler, "İslam Kardeşliği" sarmalından çıkabilecek mi?
Dinin toplumlar için ne derece önemli olduğunun bilincindeyim. Toplumları bir arada tutan en önemli etmenlerden biri de kuşkusuz dindir.
Kürtler için bu “bir arada tutma” ne kadar gerçekçidir?
Din (İslam), Kürtleri bir arada mı tutuyor, yoksa bölüp parçalayıp birilerine bağımlı köle haline mi getiriyor?
Sanırım bu durumu düşünmeli, tarihi gerçekle yüzleşmeli, konuyu irdelemeli, araştırmalıyız.
Tarihsel süreç içerisinde Kürtler/Kürdistan üç kez bölünmüştür. İlk bölünme 17 Mayıs1639’da Safavî ve Osmanlı Hanedanlıkları arasında yapılan Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla oldu. İkincisi 10 Şubat1828 tarihinde İran ve Çarlık Rusya’sı arasında yapılan Türkmençay Antlaşması sonucu İran’ın Kürdistan’ın bir kısmını Rusya’ya bırakılmasıyla oldu.
Üçüncü bölünme ise, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan Lozan Anlaşmasıyla(6 Ağustos 1924’te yürürlüğe girmiştir) gerçekleşti ve böylece Kürtler/Kürdistan toplamda dörde bölünmüş oldu. En büyüğü olan kuzey parçası Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, güney parçası Irak, doğu parçası İran, batı parçası da Suriye sınırları içinde kaldı. Coğrafik parçalanma doğal olarak etnik parçalanmayı da getirdi.
Kürtler, parçalanma öncesi ve sonrası her parçada birlikte veya ayrı ayrı hak ve özgürlük mücadelelerini sürdüre geldiler. Bu mücadelenin sonucunda da bugün Kürt sorunu uluslararası bir sorun haline geldi.
1839 Tanzimat Fermanı ile Osmanlı, idari anlamda Adem-i merkeziyetçi yapılanmadan merkeziyetçi yapılanmaya geçti. Bu yapılanma en fazla Kürdistan coğrafyasını ve Kürt Beylerini etkiledi. 1840’larda Mir (Bey) Bedirhan’ın isyanı bastırıldıktan sonra beylikler hızlı bir şekilde tasfiye edildi. Padişah Abdülmecit döneminde beyliklerin hukuki varlığına son verildi(Tarih:1852).Bu durum, büyük aşiretlerin bölünüp parçalanmasını getirdi. Küçük aşiretler, ağalar ve düne kadar mirlerin denetiminde olan şeyhler, mirlerin denetiminden çıkıp, kendi başlarına etkin olmaya başladı.
“Yıkılan Mir otoritesinin yerini yeni bir güç dolduramadığından, bölgede kısa zaman içinde büyük bir kaos oluştu. Aşiretler arasında sürekli artan sürtüşmeler, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Süleymaniye’de faaliyette bulunan Nakşibendi tarikatına mensup Mevlana Halit’in bölgeye gönderdiği halifelerinin öne çıkmasını sağladı. Şeyhler, kutsallıkları ve aşiretlere olan mesafeleriyle aşiret çatışmalarını durduracak aracı ve hakem rolünü üstlendiler.” (Erdal Gezik, Dinsel, Etnik ve Politik Sorunlar Bağlamında Alevi Kürtler, İletişim Yayınları, s. 53)
Buradan şunu çıkarabiliriz. Mirler ya da aşiret liderleri, Kürtler üzerinde yegâne söz sahibi iken, ağalar, tarikatlar ve şeyhler söz sahibi olmaya başlıyor. Aşiret çıkarının yerini dini çıkar alıyor. Kürtler için mir mi, din mi ikileminde tercih din oluyor. Dinin ağırlığı, etkisi artıyor.
13 Temmuz 1878 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya, Rusya, İngiltere ve Fransa arasında Berlin Anlaşması yapıldı. Bu anlaşmaya göre Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Sivas, Erzurum, Trabzon’a bir; Harput, Diyaribekir, Van ve Bitlis’e başka bir Batılı müfettiş atanacaktı. Osmanlı bu anlaşmaya göre Ermeni ve Rumları, Kürt ve Çerkezlerin baskılarından koruyacaktı. Ancak Osmanlı, bu anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirme konusunda ayak sürttü, ağırdan aldı. Tam tersi örgütlenmelere yöneldi. Bu arada aynı tarihte Osmanlı - Rus savaşı başladı. Osmanlı yenildi ve Rusların bölgede etkinliği artmaya başladı.
Padişah II. Abdülhamit, Panislamizm stratejisi doğrultusunda kendi ismi ile anılacak Sünni Kürtlerden oluşan Hamidiye Alaylarını oluşturmaya başladı. Bununla Abdülhamit şunu amaçlıyordu:
Sınır boylarında devlet için tehlike oluşturan Kürt aşiretlerini devletin yanında tutmak,Rus tehdidine karşı Kürtlerden set oluşturmak,Milliyetçi - devrimci Ermeni faaliyetlerini bastırmak,
Kürtleri, İslam birliği içinde tutarak bölgedeki Hıristiyan ve Alevi Kızılbaşlara karşı kullanmak.
“… Sultanın yeni örgütlenme ve seçme Kürt aşiretlerinin silahlandırılması için öne sürdüğü gerekçe bölgedeki askeri varlığı güçlendirerek sınırı dışarıdan gelecek saldırılardan korumak olsa da, aslında sultan ve şürekâsının Hamidiye Hafif Süvari Alayları’yla gerçekleştirmeyi umduğu birtakım başka amaçları vardı.
Gerçekte bu, ne resmi kaynaklarda belirtildiği gibi sadece sınırı korumayı ve o sırada bazı gözlemcilerin, ileride de bazı tarihçilerin iddia ettikleri gibi sadece Ermeni faaliyetlerini bastırmayı, ne de bazı başka yazarların ileri sürdükleri gibi sadece sultan ve Kürtler arasında özel bir bağ oluşturarak imparatorlukta İslam birliği bağlarını güçlendirmeyi amaçlayan çok yönlü bir misyondu. Bütün bu nedenlerle ve daha fazlası için örgütlenmişti. Belki de en önemlisi, bölgeyi Osmanlı saflarına katmayı ve bunun için gereken ne varsa yaparak orada tutmayı amaçlıyordu.” (Janet Klein, Hamidiye Alayları İmparatorluğun Sınır Boyları ve Kürt Aşiretleri, İletişim Yayınları, s.20)
“Böylelikle imparatorluğun son elli yılı Kürt toplumunda karşılaşılmayan boyutta İslamlaşmayı yarattı. Kürtler, artık İslamist Hamid’in en güvenilir çocukları olarak görülmekteydiler. Onların padişahları adına “kâfirlere” ve “inançsızlara” karşı yaptığı savaşlar, Kürt coğrafyasında büyük bir etnik ve dinsel homojenlik yarattı.” (Erdal Gezik, Dinsel, Etnik ve Politik Sorunlar Bağlamında Alevi Kürtler, İletişim Yayınları, s. 55)
Görüldüğü gibi Sünni Kürtler, “kâfirlere” ve ”inançsızlara”(Alevi ve Ezidiler) karşı kullanılıp homojenleştiriliyor. Bu durum Kürtlerin İslamlaştırılmasında çok önemli bir aşamadır.
1908 II. Meşrutiyet’in ilanını, 1914 Birinci Dünya Savaşı’nı, 1915 Ermeni soykırımını hızlı bir şekilde geçip Kurtuluş Savaşı’na geldiğimizde Mustafa Kemal’in ince bir siyasetle Kürtlerin tüm özgürlük taleplerini boşa çıkarttığını görürüz. Bu siyasetin temel dayanağı yine dini motiflerdir.
Nasıl mı? Görelim:
“Dikkat edeceğimiz önemli bir mesele de Kürtlük cereyanıdır. İstanbul’da bu hususta büyük faaliyet gördüm. Ben mıntıkamızdaki aşiretleri nizama koyup ve beylerini bizzat tarafıma çekerek onları tutabilirim. Kürdistan’ın Ermenistan olacağını anlatmakla mesele hallolur.” (Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Cilt 1, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2012, s. 22 – 23)
“Kürtleri bize bağlayan yegâne rabıta (bağ, ilişki) dini kuvvetti.” (Kazım Karabekir, Kürt Meselesi “İki Halkı Çarpıştıran Haindir”, Truva Yayınları, s. 10)
“Bütün Kürtlük mıntıkasında en mühim manevi kuvvet din, teşkilata dâhil bazı reislerin muntazam aylıklarını vermek de manevi kuvvetti.” (Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Cilt 1, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2012, s. 439)
“Kazım Karabekir Paşa, Kürt – Türk kardeşliğini özellikle din temelinde tesis etmeye çalışmış, bazı Kürt ağalarını aylık maaş vererek kendisine bağlamış ve Şark’ın (Kürdistan’ın AHÜ) Ermenistan’a terk edileceği tezini yayarak Osmanlı Devleti’nin dışında bir çözüm arayışına girmelerine mani olmaya gayret etmiştir.” (Sinan Hakan, Türkiye Kurulurken Kürtler (1916 – 1920), İletişim Yayınları, s. 125
Milli Mücadele'nin Şark'taki önemli mimarından biri Kazım Karabekir’dir.
Kazım Karabekir'in düşüncelerini Mustafa Kemal kabul ettirmiştir.
Kürtler açısından sonucu biliyoruz.
Parçalanmış, aldatılmış, varlığı yok sayılmış bir halk!
Sert bir coğrafyada güçlü aşiret yapısına dayanan, çoğunluğunun kırsalda yaşadığı, dinle çokta ilişkisi olmayan, hatta onun için “Kürt, gâvura göre Müslümandır.” diye alay edilen ve onun Müslümanlığı için, “Hacılar Hacca gider hacı olur/Demirciler demir döğer tunç olur/ Kürt’ten İslam olmak güç olur…”diye türküler söylenen; namazla, oruçla, hacla çok fazla ilişkisi olmayan, yalnız Allah’ını bilen istem ve sevincinde adağını kesip etini paylaşan ve kendisi de afiyetle yiyen, senede bir ya da başı dara düştüğünde şeyhine giden göçebe bir halkın adım adım Türk yöneticiler tarafından tarihsel süreç içinde nasıl katı bir şekilde dindarlaştırıldığını, muhafazakârlaştırıldığını görüyoruz.
“Dinin, Kürtler üzerindeki etkisinin zayıflığını gösteren başka bir olgu da kadınların diğer İslami topluluklarla karşılaştırıldığında sahip oldukları özgür/özgün konumdur. İslâm dininin bu konuda oldukça belirgin şartları olmasına rağmen, Kürt kadınlarının –en azından kırsal bölgedekilerinin- yüzlerini kapamadıklarını, yabancılarla rahat diyalog kurdukları, savaşlara katıldıkları ve eşleriyle eşit durumda oldukları tüm gözlemcilerin dikkatini çekmiştir. Yine bu gözlemciler, bu olgunun, yerleşik hayata geçen ve Türk iradesiyle ilişkide olanlarda geçerliliğini yitirdiğini, bu kesimlerde kadınların daha çok kapandıklarını da vurgularlar. Sykes bu konuda, Zaza kadınlarının diğer Kürt kadınlarından daha özgür olduklarını da belirtir.
Kürtlerin dinlerini uygulamada takındıkları rahat tutumları, onların değişik dinlere karşı sergiledikleri hoşgörünün de nedeni olarak verilir. Buna rağmen geçen yüzyılın ikinci yarısından itibaren katı Müslüman olarak tanınmalarının nedenini, İslami tarikatlar ve bunlara bağlı şeyhlerle artan ilişkilerinde aramak gerekiyor.” (Erdal Gezik, Dinsel, Etnik ve Politik Sorunlar Bağlamında Alevi Kürtler, İletişim Yayınları, s. 59)
Üretimde ve sosyal yaşamda Kürt kadını, kocası ve çevresi ile özgür yaşarken bundan rahatsız olan egemenlerin ve de Türk yöneticilerin onu nasıl katı İslami kurallara zorladığının tarihsel şahidi oluyoruz.
Kürtler, bugün kendi özgün koşulları içinde toprakları ve hakları için mücadele etmektedirler. En büyük zaafları dört parçaya bölünmeleri, uluslaşma sürecini tamamlayıp birlik olamamaları ve “din kardeşliği” sarmalından çıkamamalarıdır.” “Ümmetin yetimi”(Fehmi Şinnavi) olduklarının farkına varamamalarıdır. “Din kardeşliğini” en fazla Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri ve İran yöneticileri kullanıyor. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, Kürt siyası partilerini veya aydınlarını kast ederek “bunlar bölücüdürler, vatanı- milleti bölmek istiyorlar, bunlar dine, İslam’a karşıdırlar. Biz, nasıl birbirimizden ayrılırız? Etle tırnak gibiyiz. Kitabımız bir, peygamberimiz bir, dinimiz bir, biz din kardeşiyiz” diyorlar, ancak hukuken Kürtleri ve Kürt dilini tanımıyorlar. Kürtleri asimle etmeye devam ediyorlar.Diyanet İşleri Başkanlığı 8 dilde fetva yayınlıyor içinde Kürtçe yok.
İran rejimi de “din kardeşliği” ile baskı ve acımasızlığını sürekli Kürt siyasetçilerini idam ederek, genç Kürt kızlarını, delikanlılarını öldürerek sürdürüyor.
Diğer parçalardaki durum, kendi özgün koşullarında değerlendirilmeli.
Şunu açık net söyleyebilirim: Söz konusu Kürtlerin hakları, özgürlüğü olunca Müslümanların Müslümanlığı bitiyor!
Kürt Özgürlük Hareketlerinin demokrat, seküler olması Ortadoğu coğrafyası ve dünya için son derece önemli bir kazanımdır. Özellikle özgür kadınların varlığı, köleleştirilmek istenen Ortadoğu kadınları ve tüm insanlık için çok daha önemlidir.
Diyorum ki: Ey Kürtler, ”ümmetin yetimleri" olmayın, bunlar "kardeşlik" diye diye sizi bölüp parçaladılar. Sahte din kardeşliği sizin derdinize deva değil.
İnancınızı sonuna kadar yaşayın. İnancınızın egemen yöneticilerin siyasi aracı olmasına izin vermeyin.
Siyasal İslam'dan uzak durun. Siyasal/Cihatçı İslam'ın Afganistan'dan Filistin'e İslam coğrafyasını ne hale getirdiği ortada. Siyasi/Cihatçı İslam bataklıktır.
Özgürlük ve Demokrasiden, seküler yaşamdan yana olun.
Özgürlük güneşi ve demokrasinin güzelliği size yeterlidir.Hepinizi ısıtır ve sağlıklı yaşatır.
“Din kardeşliği” sarmalından kurtulun; sizi özgürlüğe ve demokrasiye götürecek olan, ulusal ve siyasal birliğinizdir.
Bu konuda tüm yetkilere sorumluluk düşüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.