Kültürel değişim ve sanatsal arayış
Sanatın insanları birleştiren bütünleştiren bir ruhu var. Toplumda ortak duygular yaratır. Toplumun kendini mutlu ve güvende hissetmesini sağlar. Bireyler toplumsal yapıda duygu ve düşüncelerinin karşılığını sanatsal paylaşımlarda görünce kendini huzurlu ve yaşamını anlamlı hisseder. Gelişmiş toplumların kökeninde özgür düşüncenin, sanatsal arayışların ve bilimsel çalışmaların toplumsal yapıyı değiştirerek kültüre dönüşmesi vardır.
Sanatsal yönü gelişkin bireyler toplumsal örgüde daha çok dikkat çeker ve itibar görür. Fakat öncelikle sanatsal yönünü toplumsallaştırması ve içinde yaşadığı kitlenin ruh halini değiştirebilecek cesareti taşımak koşuluyla elbette. Kültür değişken bir olgudur, statik değildir ve hegemonik bir alandır. Bu hegemonik alanda esaslı bir duruş göstermek sadece sanatçının veya düşünürün üretimi ile olanaklı değildir. Bir de sanatsal ve kültürel alanda doğru bir örgütlenme ve günümüz koşullarında reklam-propaganda da önemli bir gerekliliktir.
Günümüz insanı anlamlı bir yaşam arayışını henüz terk etmiş değildir. Kapitalist döngüde her ne kadar kendini kişisel hırslara, günübirlik uğraşlara, popüler duruşlara zaman zaman kaptırsa da özü itibariyle sanat, birey için hâlâ bir arınma alanıdır. Bir ihtiyaçtan kaynaklanan üretim, imalat da sanatsal olabilir mi? Ya da sanatsal üretim bir rant eşyasına dönüşebilir mi? Sanatçı, bir arınma serüvencisi mi yoksa bir rant avcısı mı?
Fakat bu arınma alanında kendini var etmek, varlığını kişisel ilişkileri üzerinden sürdürmek de olanaklıdır. Özellikle kültürel veya sanatsal araştırmalarını kitaplara, filmlere dönüştüren kişiler popüler konu ve kişileri işleyerek sanatsal ve kültürel alana kendilerini kabul ettirmeye çalışırlar. Böylesi çalışmalarla epey başarılı olmuş ve kendine hegemonik bir alan yaratmış birçok kişi vardır. Hegemonik alanlarında egolarını tatmin ederek, çoğu zaman sıradan çalışmalarını popüler temalar üzerinden şişirerek zaten kendinden olanın övülmesine, pohpohlanmasına hazır toplumu manipüle ederek yeni bir alan yaratırlar ve orada var olurlar.
Peki, bunlara sanatçı diyebilir miyiz? Sanat eğer özgün bir arayış, üretim, yaratım uğraşıysa ve yetenek kadar kültürel derinlik de istiyorsa hangi sınıflandırmaya tabi tutacağız! Üniversitelerde farklı konu ve kişileri işleyen, araştıran kişilerin, akademisyenlerin tezlerini de sanatsal ürün ve yazarlarına da sanatçı mı demeliyiz? Aynı durum kendini gazeteci olarak vasıflandıran bazı kişiler için de geçerlidir. Herhangi bir akademisyen, siyasetçi veya iş erbabı bir gazetede düşüncelerini düzenli yayımlıyorsa, yorumluyorsa ona gazeteci mi diyeceğiz? En azından gazeteci diye tanımlanmak için fotoğraf çekmeyi, haber yazmayı bilmek gerekmez mi! Ya da kendi asli mesleğini ifade etmekten feragat ederek neden kendini gazeteci, sanatçı olarak tanımlar.
Kültürel alan sürekli üretimi ve görünür olmayı günümüzde zorunlu kılıyor. Özellikle sosyal medyanın görünür ve tanınır olmayı sanala indirgediği ve birçok şeyi yüzeyselleştirdiği bu çağda gerçek sanatçının işi gerçekten çok zorlaştı. Sosyal medya aracılığıyla “herkesin on dakikalığına şöhret olduğu” bu zamanda sanal şöhretler arasından şairin, öykücünün, ressamın, müzisyenin, tiyatrocunun kendini daha görünür, bilinir kılması epey zor görünüyor. Zaten sanatsal, kültürel üretimine odaklanan sanatçının ne sosyal medya ne de her gün bir şehirde kültürel toplantılar, imza günlerine koşuşturmalara yetiştirecek zamanı vardır.