Geçmişe Bir Yolculuk: “Ay Işığı Tanıklığı”
Müslüm Üzülmez
“Mamosteyê delal, law weleh ez dibêjim qey ji gewrîya min xwîn tê.” (s.288)*
Geçmişi bilmeden ne bugünü anlayabilir ne de doğru bir şekilde geleceği inşa edebiliriz.
Bu bağlamda geçmişe yapılan yolculukları severim.
Ve “Ay Işığı Tanıklığı” adlı romanı okuyunca geçmişe yolculuğa çıktım diyebilirim.
“Ay Işığı Tanıklığı”nı Resul Üstün’ün kaleme almış.
Üstün, 1970’li yılların sonu ve 1980’li yılların başlarında yaşadıklarını kendine has üslubuyla romanın anlatıcısı ve başkahramanı öğretmen Derdo Mehmetoğlu’nun tanıklığında okuyucuyla paylaşıyor.
1970 ve 1980’li yıllar fırtınalı yıllardır.
Hatta o yıllarda fırtınalar bazen kasırgaya dönüşerek yürekler yakmıştır, nice nice canlar almıştır: Denizlerin idamı, Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesi, 1 Mayısı 1977 katliamı, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesi, Maraş (1978) ve Çorum (1980) katliamları, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi vahşeti bunlardan sadece birkaçı.
En önemlisi, o yıllar Dünya’da soğuk savaş rüzgârının çok sert estiği ve Türkiye’nin de bu güçlü esintiden çok fazla nasiplendiği yıllardır. Devleti yönetenler antikomünizmin bayraktarlığını yapmanın yanında kurnaz müteahhitler gibi ABD ve NATO’ya Türkiye’nin sınır boylarındaki “arazileri”nin çok kıymetli ve “stratejik” olduğunu her fırsatta söylemeye çalıştığı, “Sovyet yayılmacılığı” ve Ortadoğu’da gelişen antiemperyalist ulusal kurtuluş hareketlerine karşı “ileri karakol” ve “jandarmalık” görevi için açık ve gizli pazarlıklar yürüttüğü yıllardır.
O yıllar aynı zamanda devrimci dalganın yükselişte olduğu, hayatın her alanında devrimcilerin var olduğu, devrimcilerin olmadığı yerde ise devrimci dalganın etkisinin hissedildiği yıllardır.
Yine o yıllar Kürdler için yeniden uyanışın başladığı, silahsız Kürd Hareketlerinin dernekler etrafında toparlanmaya, dergilerle görüş ve düşüncelerini yaymaya, Diyarbakır gibi bir yerde Kürd kimliğiyle Mehdi Zana’nın yapılan seçimlerde (1978) bağımsız olarak belediye başkanlığını kazandığı yıllardır.
Ve o yıllar askeri darbelerin yapıldığı DARBE’li yıllardır.
1970 ve 1980 yılları bu nedenle Türkiye tarihinde önemli dönemeçlerdir.
Resul Üstün, “Ay Işığı Tanıklığı” romanında kendi dünyasından işte bu fırtınalı yılların, daha doğrusu yakın geçmişin Kürd coğrafyasının küçük bir kesitindeki panoramasını sunuyor. Ergani’de geçen çocukluk ve gençliğini, Batman ve Mardin’de eğitim günlerini, Erzurum Tekman’da öğretmenliğini, Diyarbakır Kurdoğlu Kışlasında gözaltında yaşadıklarını anlatıyor.
“Ay Işığı Tanıklığı” romandan çok, yaşanmışlıklarla kurgunun iç içe örüldüğü bir anılar yumağı. Bir Kürd öğretmenin güncesi de diyebiliriz. Güncede yaşananlar ve olanlarla birlikte arzu edilenler, olması istenenler yazılmış. Fırtınalı ve devrimci dalganın yükselişte olduğu yılları anlatmadan ve birazda bölgenin özelliğinden olacak ki, romana sol siyasi söylem egemen olmuş. Yer yer seminer verir gibi değerlendirmeler yapılmış. Oysa bunun yerine gündelik yaşamın diline uygun bir söylem geliştirilebilseydi, esere daha farklı bir derinlik katılmış olunurdu. Roman, şiir gibi edebi eserlerde
siyasi doz iyi ayarlanmalı bence. Romanın kahramanlarından Eşref’in dediği gibi; “Ne kadar bilimsel olursa olsun teori halkın pratiksel gerçeği ile bütünleşmedikçe hiçbir anlam ifade etmez.” (s.140)
Romanın bazı yerlerinde ise karşılıklı konuşmalar ve bazı deyişler (Türkçe açıklamaları parantez içinde) Kürdçe yazılmış. Ben, yazarımızın bundan sonra yazacağı eserlerin Kürdçe yazacağının bir işareti olarak görüyorum bunu. Bildiğim kadarıyla, Resul Üstün bir Kürd olarak hem Kürdçeyi hem de Kürdçe yazmayı iyi bilen bir yazarımızdır. Kendi anadilinde yazarsa şayet, duygu ve düşüncelerini çok daha iyi ifade etmiş olmanın yanında Kürd edebi literatürüne de önemli bir katkı sağlamış olur.
Yeniden dirilişin öyküsü “Ay Işığı Tanıklığı” hoş geldin, bahtın açık olsun.