Düşünmenin Düşünülmesi
Geçtiğimiz hafta Dünya Felsefe Günü kutlandı.
UNESCO, felsefenin önemine dikkat çekmek için 2002 yılında her yıl Kasım ayının üçüncü Perşembe gününü Dünya Felsefe Günü olarak kabul etti. O tarihten beri her yıl dünyanın çeşitli merkezlerinde felsefe günü kutlanmaktadır.
Türkiye’de felsefe günü kutlamaları yapıldığına dair bir şey duymadım, yazılmış bir iki yazının dışında bir şey görmedim. Bu durumu felsefi fukaralığımızın bir göstergesi olarak görebilir miyiz, bilmiyorum.
Felsefe kavramlarla düşünmedir; bir sepet dolusu laf yapmadır.
Bu laflar tabi “laf olsun torba dolsun” diye sepetlerde toplanmaz, tümü akıl süzgecinden geçirilerek sepete doldurulur. Bundan dolayı sepette yanlışta olsa gereksiz laf çok az bulunur.
Çok eski zamanlardan beri dâhiler, düşünürler aralıksız felsefeyle uğraşıp durmuşlardır. Neden? Evreni, dünyayı, doğayı, insanların yaşam ve davranışlarını, cisimleri, cisimlerin hareketlerini ve hareket aralıklarını açıklamak için. Bu çalışanlara Aristoteles’i, Platon’u, Epikuros’u, Farabi’yi, İbn Rüşd’ü, Kant’ı, Descartes’i, Hegel’i, Marx’ı, Heisenberg’i örnek verebiliriz.
Zaten felsefe çok eskiden bütün bilimlerin merkeziydi/kendisiydi, sonradan sosyal ve fen bilimleri diye iki dala ayrıldı ve daha sonra bunlar da kendi arasında ayrıştılar: Matematik, fizik, kimya, tıp, tarih, edebiyat, sosyoloji, psikoloji gibi…
Felsefe olmadan bilim olmaz; felsefe spekülatif bilgi yolu ile olmuş ve olacak olanları anlamaya çalışmaktır: Düşünmenin düşünülmesidir.
İnsanlar felsefeyle düşünür tarihle yargılar.
Diyalektik düşünce yönteminin kurucusu Hegel, arzunun sınırlı, düşüncenin sınırsız olduğunu söyler. (G. W. F. Hegel, Tarihte Akıl, Kabalacı Yayınevi, s.112)
Düşüncenin sınırsız oluşundan dolayı; düşünürler, bilim insanları, siyaset bilimciler, ekonomistler, siyasetçiler ve daha birçok unvan sahibi -düşüncelerine katılalım veya katılmayalım- pek çok şey söylerler. Bazen de gülünecek şeylerle veya “sahibinin sesi” olarak saçmaladıkları da olur.
Sınırsız düşünceler içerisinde, çok iddialı bazı düşünürlerin öne sürdükleri toplumsal ve siyasal düşüncelerin/ programların gerçekleşmemesinin nedeni, “zamanın bunların doğru ve iyi bildikleri şeylere değer vermemesidir.”(s.107)
Şayet böyleyse, zamanın “doğru ve iyi bildiği” şeyleri nasıl bileceğiz? Zamanın ruhunu nasıl anlayacağız?
Bunun tek yolu felsefi düşünüp doğru sorular sormadan geçer: Soruları doğru sorduğumuzda doğru yanıtlar alırız.
Örneğin, Dünya Felsefe Günü nedeniyle Esra Çiftçi’nin Artı Gerçek web sitesinde sunduğu “‘Doğa Öcünü Alır’ İfadesi Engels’e Aittir” başlıklı dosyada (18.11.2021), Dicle Üniversitesi öğretim üyesi Fatih Kök’ün sorduğu soruları bizler de kendimize sorabiliriz:
“Dünyadaki bu gelir adaletsizliği ve emek sömürüsü nasıl bitebilir? Halklar nasıl oluyor da dünyanın gözü önünde hala savaştırılabiliyor? Mars’a gitme hayalleri kurduğumuz bir çağda yüz binlerce insan nasıl oluyor da açlıktan ölebiliyor? Biz felsefeciler neden hala ‘beyazların’ sorduğu soruları moda biliyoruz. Aklın ve vicdanın kusması gereken bir çağda…”
Ve istersek bu sorulara çok daha güncel olanları da ekleyebiliriz:
İnsanımız neden düşünmeden korkup, kaçıyor ya da kolaya, ezbere/pratiğe yöneliyor? Yeni nesil olarak adlandırılan (Z) kuşağının felsefeye ilgisi nedir? Bu kuşak baş döndürücü teknolojiden başını kaldırıp, zaman ayırıp felsefe okuyor mu?
Sorulacak soru çok. Felsefe rehberimiz olduğunda sorulan sorulara doğru yanıtlar verebiliriz.
“Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı” gibi geçse de, bizler felsefeyle ilgilenmeye, dünya ve hayat hakkında düşünmeye devam edelim, düşünülmeyecek olanları düşünelim.
Lafınız ve gülümsemeniz bol, felsefeniz çok olsun.