Derelerin öfkesi
Son zamanlarda doğa olaylarının yarattığı felaketler birkaç günde bir gündemin başköşesine oturup, bize korku senaryoları çizdiriyor. Bir ayda yağan yağmur bir saatte şehrin üzerine boca oluyor. Bir taraftan Covid-19’un yarattığı pandemiyle yarattığı şoku atlatmaya çalışırken, yağmurun, depremin yarattığı felaketler bizi derinden etkiliyor.
Doların, altının yükselişini, inişini, kur farklarını vb. anlamadığımız birçok ekonomik kavram ortasında; daha cebimize nasıl yansıyacağının muhasebesini yapamadan, bir felaket haberi kendini gündeme başmisafir ediyor.
Giresun’da normalin üstünde yağan yağmur dereleri taşırdı. Sel önüne gelen her şeyi kibrit çöpü gibi sürükledi. Genellikle bu felaketlerin kurbanları; garibanlar, yoksullar oluyor. Yaşamlarını bir lokma ekmek, bir hırka mütevazılıği içinde sürdürmeye çalışan yoksullar oluyor. Çünkü sıradan ve kötü koşullarda yaşamaya çalışan bu insanların sadece beslenme değil; barınma koşulları da her zaman çözüm bekleyen sorunlardan olmuştur. Dolayısıyla plansız, dayanıksız ve korunaksız derme çatma yapılan evler, olağan üstü her hangi bir durumda etkilenmeye her zaman açık olmuştur. Kaçak göçek, dere kenarlarına, yamaçlara yapılan evler; normali zorlayan bir durum karşısında hemen etkilenmektedirler. Arabaların, ağaçların sürüklendiği sel görüntüleri artık sıradanlaşmaya başladı.
Giresun’daki sel felaketi karşısında insanların çaresizlik içinde; bir taraftan canını, bir taraftan malını kurtarmaya çalışırken, çırpınışlarını izlemek insanın içini eritiyor. İnsanlar canlarını zar zor kurtardığına mı yoksa yıllarca çalışıp çabalayıp elde ettikleri birikimlerin ellerinden kayıp gitmesine mi yanacağının ikilemi içinde kalmaktadırlar.
Beton yığınına dönüşen kentler, akmak için yer bulamayan dereler, içilebilir derelerin artık zehir akmaya başlaması, diz boyu kar yağan köylerimize artık damla yağmurun düşmemesi, egzozların, bacaların çıkardığı karbon salınımları, yeşil alanların daralması, ormanların yok olması vb. sıralanabilecek birçok olay bu felaketlerde rol oynamaktadır.
Doğanın bu kadar gazaba gelmesinden, insanlar bir sonuç çıkarmayacak mı? Küresel ısınmanın yaratacağı olası sonuçları yıllardır bilim adamları, çevreciler durmadan yırtınırcasına uyarılarda bulunuyor ama gereği yapılmayınca, bunun sonuçlarını sınır tanımadan her yerde yaşanmaya başlanıyor. Her akşam televizyonda dünyanın her hangi bir yerinde selin, fırtınanın yarattığı felaketleri ağzımız açık izliyoruz. Bir taraftan kavruluyor, bir taraftan sele gidiyoruz. İnsanoğlu tufanını kendisi yaratır olmaya başladı. İnsanoğlu doğayla bir savaş halinde. Bu savaşı insanoğlunun kazanması felaket olacaktır. Ama ne yazık ki; bilim adamlarının uyarıları pek fazla dikkate alınmamaktadır. Ünlü bilim adamı Hawking bu gidişle bin sene sonra dünyanın artık insanın yaşaması için elverişli alan olma özelliğini kaybedeceğini söylemektedir. Benzer tespit ve uyarıları başka bilim adamları da yapmaktadırlar. Yaklaşık beş milyar yılda yaşanabilir hale gelen dünyayı insanoğlu son yüz yılda ölüme doğru hızla sürüklüyor.
Doğa uyarıyor ama insanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen hırsı karşısında bu uyarıların bir anlamı olmuyor. Çevre sorunu tüm dünyayı ilgilendiren bir yaşam sorunu olmaya başladı. Globalleşme sadece ekonomik ya da siyasal anlamda ele alınmayı çoktan aştı. Doğa ve çevre sorunlarını da globalleşti. Yaşanan bir çevre ya da doğa olayı; sadece o bölge ya da ülkeyle sınırlı kalmamaktadır. Felaketler de globalleşiyor. Mesela Covid-19’un pandemi haline gelerek tüm dünyayı etkilediği gibi. Kutuplarda buzulların erimesinin sadece Kuzey ülkelerini değil; bütün dünyayı yakından ilgilendirdiği gibi. Doğanın vereceği tepkiyi dikkate almadan çevreye yapılan her müdahale, bir sonuç yaratmaktadır.
Mümin Ağcakaya
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.