ATLARA DOKUNMAK -2
Tekerlek; insan yaşamını günümüze kadar etkileyen en önemli buluşlarından biri oldu. Tekerleğin bulunuşuyla birlikte; yüklerin başka bir yere daha hızlı taşınmasını, ulaşımda kolaylığı sağladı. Mağaralarda bulunan çizimlerde; insanları nasıl etkilediğini göstermektedir.
Batı Avrupa da insanlar, atların sağladığı avantajları Asya toplumlarına göre daha geç keşfettiler. Avrupa da; at sürülerini uçurumlara doğru sürerek avlıyorlar ve etlerini yiyorlardı. Hıristiyanlığın Avrupa’ya yayılmasıyla, Papa tarafından at etinin yenmesi yasaklandı.
Dünyada birçok at cinsi olmakla beraber içlerinde en ünlüleri; İngiliz ve Arap atlarıdır. İngilizler 17. Yy dan beri atların soy kütük kayıtlarını düzenli olarak tutmuşlardır.
Sahibine bağlı olan ve MÖ: 2500 yıllık bir geçmişe sahip olan Arap atı da; geçmişte savaşlarda kullanılmış, günümüzde de; daha çok yarışlarda; zeki ve çabuk öğrenme özelliğinden dolayı da sirklerde kullanılmaktadır. Arap atları İngiliz atları kadar hızlı olmasalar da, daha dayanıklı ve zekidirler.
Türkmenlerin binek atı olarak kullandıkları Akaltekin soyu da dayanıklıdır. Bu at cinsi de; çok az su içerek, her gün 100 kilometre kadar yürüyerek, bir hafta boyunca yol alabilmektedir.
Çerkezler de tarih boyunca atlarla birlikte, eğer üstünde ömür geçirmişlerdir.
Eski dönemlerde beyler, hanlar ve krallarda birbirlerine iyi niyet göstergesi olarak birbirlerine hediye olarak at gönderilmiştir.
Tarihi kaynaklarda, Türklerin de at üzerinde iyi biniciler olduğunu anlatmaktadır. At üzerinde, rahat hareket etmeleri, geriye dönerek ok atmaları ve oluşturdukları süvari birlikleriyle çok büyük orduları mağlup edebilmişlerdir. Atları savaşta çok iyi kullanabilmelerinin yanı sıra, etini yer, sütünden kımız yaparlardı.
Bazı halklar; alnı ve üçayağı beyaz olan atları uğurlu; dört ayağı ak olanları ise uğursuz saymışlardır.
Düşmana karşı sahibiyle birlikte savaşan, savaş meydanlarında sahibiyle birlikte ölen. Destanlarda, kahramanlık öykülerinde kahramanların yanı başından ayrılmayan, her adımında ona eşlik eden, kahramanıyla birlikte efsaneleşen atlar da vardır. Bu konuda verilecek örnek çoktur:
Hz. Muhammed’i Miraç gecesi yolculuk yaptığı atının adı Burak’tır. Burak bazen uçan, bazen de bir şahmerandır. Burak, peygamberleri Allah katına çıkaracak güce, hıza, güzelliğe sahip bir attır. Hz. Muhammed’in Burak dışında başka atları da vardır. Uhud Savaşı’nda bindiği Sekb, bütün atları arasında en hızlısı Lizaz, gücüyle tanınan Zarib, ahenkle kişneyen Mürteciz, uzun kuyruklu Lahif, yel gibi koşan yarış atı Müravi, Hz. Ömer’e hediye ettiği Verd bunlardan bazılarıdır.
Hz. Ali hakkında destan ve rivayetlerden bahsedilince akla ilk gelen Atı Düldül ve kılıcı Zülfikar’dır. Düldül ve Zülfikar’ı Hz. Ali’ye Hz. Muhammet tarafından hediye olarak verilmiştir. Hz. Ali öldürüldükten sonra Düldül’e; oğulları Hasan ve Hüseyin’de binmiştir. Halk arasında Düldül’le ilgili çok sayıda söylence vardır. Anadolu’nun birçok köşesinde Düldül’ün ayak izinden bahsedilmektedir. Kimi anlatımlarda Hz. Ali darda kalanların yardımına koşmak için atı Düldül’le dağdan dağa uçarak yardımına koşmaktadır. Hz. Ali Bingöl dağına geldiğinde atı Düldül’ün ayak izinin kaldığı anlatılır. Bu yüzden burası halk tarafından kutsal görülerek, burada kurban ve adaklar adanır. Benzer şekilde; Maraş- Göksun arasında kalan dağda, kaya üzerinde, şimdi Ali Kayası adı verilen kaya üzerinde Düldül’ün ayak izi olduğu rivayet edilmektedir. Anlatımlara göre Düldül Muaviye, Ebu Süfyan zamanına kadar yaşadıktan sonra Yanbü’de ölüyor.
Atları işlerken Köroğlu’nun türkülere de konu olan kıratından bahsetmeden geçmek olmaz. Köröğlunun atı dünyada eşi benzeri olmayan bir attır. Kırat, gerektiğinde kılık değiştiren, sahibinin konuşmasını anlayıp ona göre hareket eden, büyülü, ölümsüz bir varlıktır. Köroğlu efsanesi içinde ayrı bir yeri vardır. Köroğlu, Kırat’ına bindiğinde, durmadan koşar ve peşinden gelen hiç kimse onu yakalayamaz. Köroğlu ölünce kırat dağlara gider ve kaybolur.
İskender’in 12 yaşındayken karşılaştığı hırçın atı Bukefalos (Öküzbaş)’ı sakinleştiriyor ve Kuzey Hindistan savaşında ölene kadar ondan ayrılmıyor. İskender atının üzüntüsünden öldüğü yerde; Pakistan’da bugünkü adı Celapur olan, Bukefalos kentini inşa ettirir.
Buda’nın 8 metre uzunluğunda olduğu iddia edilen ve bir sıçrayışta Anoma nehrinin karşısına geçen ve sonra sahibinden ayrılmasına dayanamayarak ölen atı Kanthaka.
MS 37-41 arasında Roma’nın üçüncü imparatoru Caligula atı Incitatus için mermerden bir ahır, fildişinden bir yemlik yaptırıyor. Hatta İmparator çılgınca gelebilecek bir iş yapar; atı Incitatus’u Roma vatandaşı, sonra da Roma senatörü ilan ettiğinden bahsedilir. Şölenlerde yanına oturtup, altın bir kupadan su ve şarap içirir.
Çok sayıda atı olan Napolyon’un en sevdiği at Marengo olmuştur. Marengo bütün Napolyon savaşlarına İmparatorla birlikte katılmış, hakkında birçok efsane anlatılan atı Marengo, Napolyon’u bir ara Viyana ile Semmering arasındaki 80 kilometreyi aç susuz kat ederek; Moskova’ya kadar gidip geliyor.
X X X X
Günümüzde at; bazı kırsal alanlarda geleneksel biçimde güç ve kuvvetinden faydalanılsa da; daha çok spor ve eğlence alanında kullanılmaktadır.
Çok hassas ve duygusal olan atların gözüne bir kez bakıp, bir kez dokunduktan sonra; insanın içinde duygusal dalgalanmalar yaratacaktır. At, unutulmuş olan tarihsel dostluğu yeniden tazeleme duygusallığıyla hemen karşılığını verecektir. Bu yakınlaşmanın yarattığı huzur, insana doğal yaşamı yeniden hatırlatacaktır. İnsan kapitalizmin aşırı kar hırsıyla insanın doğadan ne kadar uzaklaştığını, doğaya ne kadar yabancılaştığını bir kez görecek ve kaybolan geçmişin izlerini yakalamaya çalışmanın hayallerine dalmaktan kendini alamayacaktır. İnsanoğlu doğaya mecbur olduğunu anlayacaktır. Umalım ki, bu anlama daha fazla geç olmasın. Bir ata dokunduktan sonra insanın; doğayı ve hayvanı sevmemesi düşünülemez.
Günümüz beton dünyasına hapsolmuş olan şehirlerin dışına çıkma imkânı bulan insanın günlük yaşamına atın girmesi, insana yaşamında unuttuklarını hatırlatacaktır. Onu; nostaljik bir zaman yolculuğuna götürecek ve metropolleşen kentlerin bizi doğal yaşamdan ne kadar uzaklaştırdığını hayal kırıklığı içinde göreceğiz. Doğal yaşamdan kopan insan, doğal adına geriye ne kadar az şeyin kaldığını gördüğünde, iliklerine kadar sarsılacaktır. Ama bu sarsılma ve keşkeler geçmişi geriye getirmeye yetmeyecektir. Doğa insana değil, insanlar doğaya muhtaçtır gerçekliğini insanoğlu ne kadar erken anlar ve gereklerini yerine getirirse, dünya o kadar yaşanabilir bir gezegen olmaya devam edecektir. Yazının konusu elbette sadece at değildir. İnsanın atla başlayan yaşam serüveninde insanın hayat bulduğu doğadan koparak, doğaya yabancılaşmasıdır.
.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.