Abdurrahim Kılıç

Abdurrahim Kılıç

Aşk ki kalbin savrukluğu, bedenin nafakasıdır

Aşk ki kalbin savrukluğu, bedenin nafakasıdır

Yokum ben,  olmadım hiç, kayıplar listesinde de adım geçmiyor.  İstersen şöyle bir kalbini yokla, orada da bulamayacaksın beni, bir ihtimal öğle uykusunda dalgın bir düş olabilirim. Hem de senin için sıradan bir düş, heyecan vermeyen, ruhunu sarsmayan bir heves. Beton bariyerler ardına gömülü kırıntı.  Ağır ağır akarken bir nehrin sarsıntısında ağlara takılan kırık bir yaprak. Kış ormanlarında hırpalanmış siyah ve parlak gövde, yabanıl bitki örtüsü, şaha zamansız kalkan öfke, olmayan şey!

                Yokum ben aslında. Gecenin şakağına dolunay düşünce anımsa beni.  Işığın yüzüne sırma saçlarını dolarken yağmurlar sokul bana. Karanlığın göğsüne dayarken başını ilk huzmeleri güneşin ısıt beni. Çalınırken kapın sinsi bir yalnızlıkla kucakla karanlığımı. Sönmekten kaçan ateş gibi harla beni, yokum ben. Aşk ki kalbin savrukluğu, bedenin nafakasıdır.

                Senin ezgilerin var, denizlere ayrılıkları, lalelere ilk kanı akıtan. Senin uçurumlara fısıldadığın aşkların, yolculuklara ertelediğin uzaklıkların var. Aslında yokum ben,  gözlerini kısıp baktığın boşluk, görkemli bir kar tanesinin tenindeki sarhoşluk tanımlar beni. Senin çocuk yüreğiyle yıkanmış masalların var, gel masumiyetinle tamamla beni.

                Kırmak istemedim bir çiğdemin kalbini, kardeş dedim utançlarıma. Ötesi boşluk, ötesi karmaşa, ötesi karanlık, ötesi deli dolu sorular, ötesi Allah ve yalnızlık. Sesim kısılırken öfkeden içimde damıttığım çaresizlik, gözlerimden yansıyan aldanmışlıkla kaldım ortalıkta. Şelalesinde donan yaralı sular gibiyim zamansızlığımda.

                Yıllar önce sormuştum bir köşe yazısında “Mutlu olmak mı haklı olmak mı?” diye. Demek ki insan bunca zaman bir soruya kilit kalabiliyormuş, demek ki insan ruhundaki boşlukta öylece sallanabiliyormuş. Mevsimine geç kalmış bir çiğdem, rüzgârına kapılmış bir kelebek gibi kaybolabiliyormuş.

                Dünyanın başında sallanan savaş çığlıklarına inat aşkla güzelleşiyorum. Yurdumu terk ediyorum, kalbimi terk ediyorum. Dizelerine sığındığım şiirleri, merhametine imrendiğim imgeleri, suskusuna susadığım kaçak aşklarımı terk ediyorum. Durup dururken bir katilin telaşıyla kaçıyorum, soğuk bir merminin sevinciyle yaralanıyorum.

                Sitem ediyorum varlığıma, dalgın ahlar lekeliyor, izimi kaçırıyorum alışkanlıklarıma. Sınırlarla sevilmiş bu kentin çamurlu sokaklarında bıraktım çocukluğumu. Anılarda güzel, anlarda çirkin, aşksız çiçeklerin avlulu evlerde bir tuhaf alışkanlıkla büyüdüğü, ama düşlerin yüksek duvarların dibinde koparıldığı, devletin ve Allah’ın insafına terk hem de inkârına sebep.

                Doğru olan ne ki, yanlışlardır beni güzel kılan. Kırık sözcüklerle zehrimi döl yatağına akıtmaktan haz aldığım hayat, doğru olan ne ki! Şairler ve bilgeler yanlışlardan doğar. Bana yanıtlarını bağışla, darmadağın kaldığım gözlerindeki şehveti göster, tehlikeli sularında kulaç attığım teninde sırrını sun, üfleyip sur’a kalayım öyle.

                Geriye çekiliyorum. Oyuncakları elinden alınmış bir çocuk gibi odama çekiliyorum. Kırık oyuncaklarıma sarılmaya, kaybettiğim savaşlarımı tasarlamaya gidiyorum. Bir gül koyuyorum kalbimin orta yerine. Demir kapılarında serseriliğimin bedelini ödemeye gidiyorum.

                Sahici bir ölüm, anlamlı bir yokluk bulmaya…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

               

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

               

 

 

 

 

 

 

               

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Abdurrahim Kılıç Arşivi
SON YAZILAR