YAŞAM KAVRANABİRLİR BİR GERÇEKTİR
Yaşam başta insan olmak üzere tüm canlı varlıklara rağmen devam eden bir gerçekliktir. Gerçeklik ise her gün dünyamızı ısıtan ve aydınlatan güneş gibidir. Ne kadar gözümüzü kapatsak da o vardır ve varlığı inkâr edilemeyen bir olgudur.
‘’Gerçek bir Işık'tır, görmek için akıl gözü yeter.’’
Bir nesnenin veya nitel bir varlığın ‘ussal olması’ veya gerçeğin ‘ussaldan bağımsız’ olması yaklaşımı felsefe dünyasında geçmişte çok tartışılmıştır.
Fakat yaşam devam ediyor. Gerçekler bizlerin iradesinden bağımsız olarak vardır ve kendimizi koşullayan ortamın dışında olamıyoruz. Biz ona nasıl yaklaşırsak yaklaşalım, o şey varlığını devam ettirmektedir. Değişen sadece bireyin sübjektif olan yorumu oluyor. Somut olan nesneye nereden nasıl baktığımız, yaşama bakış açısını ortaya koymaktadır. Gerçekten ne anladığımıza bağlıdır. Ama gerçek tüm yaşamın kendisidir ve tüm varoluşlar sürecini kapsamaktadır.
İlk düşünen insandan günümüze hep gerçeğin peşinde koşma eylemi vardır. Gerçeği bilme çabası olmadan, yaşam amaçsız ve farazi olmaktan öteye gitmezdi. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği, düşünmesi, üretmesi ve bu yolda gösterdiği yaratıcı çabalarıdır. Dolayısıyla gerçeği arama peşinde bıkmadan usanmadan koşması onu farklı kılmaktadır. Gerçeğe ulaşmak çok yoğun zihinsel bir emek harcamayı gerektirdiğinden varılan sonuç da bir o kadar saygın olmaktadır.
‘’Bilinçli ve akıllı her insanın en büyük hedefi, gerçeği aramak, ulaşmak ve yaşamak olmalıdır.’’
Tüm yaşam algılanmadan birey yaşamı algılanamaz. İnsan bireysel yaşamda ancak ortaya bir şeyler koyabildiği ölçüde var olabilmektedir. Tarih boyunca sayısız bilim adamı gerçeği algılama ve elde ettiklerin insanlığa sunma mücadelesini vermişlerdir. Fakat gerçeğe ulaşmak zordur. İnsan ancak algılama kapasitesi kadar algılamaktadırlar. Gerçek ortaya çıkarıldıktan sonra artık o bireysel düşüncelerin üstündedir. Çünkü gerçek evrenseldir ve bireyselliğe indirgenemez.
‘’Gerçeği görebilmek için düşünmeyi bilmek yeterlidir.’’
İz bırakan gerçek olmaktadır. Gerçeğin varlık boyutu nesnel ve düşünseldir. İnsan, nesnelliği ve düşünselliği ile bir bütündür. Bireyin varlığı doğumla başlamakta, ölümle sonlanmaktadır. Doğumla ölüm arasındaki süreç ‘’yaşam’’ olarak adlandırılmaktadır. Yaşam düşünsel ve bedensel olarak iki boyutta devam etmektedir. Düşünce bilinçle olmaktadır. –Yaşam-düşünce ve ölüm- insana gerçeğin ne olduğunu algılatabilmektedir. Düşünce bilinçli bir insan faaliyeti olduğuna göre gerçek de kavranabilir bir olgudur.
’’ Kendi varlık gerçeğinin bilincinde olamayanın, başka gerçekleri algılaması olanaksızdır.’’
Yaşam, düşünce ne denli gerçekse ölüm de o kadar gerçektir. Birey yaşamını her şeyden daha fazla önemser; çünkü bireyin yaşamı varlık sebebidir. Ancak ölüm gerçekliğiyle karşılaşınca, yaşamında ‘neden?’ler, ‘niçin?’ler oluşmaya başlar ve yaşamını sorgular. Sorgulayan birey artık basit izahatlarla yetinemez ve ‘’gerçeği’’ arama çabası devam eder. Sorgulayan insanın arayışı bitmez. Çünkü bilgi sonsuzdur ve bunun arayışı da öyledir. Dolayısıyla insanın yaşadıkları ve yaşayacakları kendi gerçekliği olmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.