Yanlış hesap Ongözlü’den döner…
Tam vaktinde, gün Kırklar dağını henüz aşmıştı, Dicle’nin diz boyu akan bulanık suyunu aydınlatmıştı ki ağır aksak Fabrika’ya giden minibüsten indi, sallana sallana Ongözlü köprüye geldi. Beş, belki de altı adım kadar yürüdü, sola döndü, köprüden yarım boy yüksek örülmüş duvarın dibinde durdu. Buruşuk bez bir çantadan çıkardığı minderini yere serdi, incecik yastığı duvara yasladı, ayakkabısını çıkarıp yana koydu. Cebinden çıkardığı renkli patiklerini giydi, ayaklarını alta doğru çekti, dizlerinin üstünde oturdu. Belli etmeden bize doğru baktı, siftahlık müşteri olabileceğimizi düşündü. Hiç oralı değilmiş gibi siyah kadifeye sarılı zurnayı belinden çekip aldı, ceketinin iç cebinden çıkardığı kamışı özenle ağzına yerleştirdi, bir iki defa üfledikten sonra ufaktan ufağa çalmaya, sesini bize duyurmaya çalıştı. Güne böyle başladı Ongözlü köprüsünün yaşlı Zurnacı’sı, beklenen aydınlığın habercisi…
*
Zurnacı’dan sonra, ama epey sonra her halinden deli dolu olduğu belli olan davulcu da çıka geldi. Davulcu, esmer tenli genç bir oğlandı, olabildiğince hareketliydi, yerinde duramıyordu adeta, davulu olabildiğince sert, güm bede güm güm diye çalmaya başladı. Bize dönük çalınan zurnayla ahengi yakaladı kısa bir sürede, o da davetkârdı, gözü üstümüzdeydi. Üstelik o da Yaşlı Zurnacı’nın hedefine, tam gaz bize kilitlendi, giderek tokmağın hızını artırdı, hiç durmadan, bir an bile ara vermeden, bir o yana bir bu yana dans ede ede, etrafında döne döne vurduğu davulun sesini artırdı, bir başına başlattığı gizemli oyununun temposunu hızlandırdı. Bir süre sonra hedefi büyüttü Davulcu, sabah sabah bizim gibi köprüyü görmeye, efsane Dicle suyunu izlemeye, mümkünse ona dokunmaya, kim bilir belki de vaftiz olmaya, bir de vakitleri olsa kafelerin birinde nefeslenmeye, bir bardak kaçak çay yada bir fincan menengiç kahvesi içmeye hevesli diğer ziyaretçileri de davet etmeye başladı, güm bede güm güm sesiyle, muhteşem dansıyla...
*
Çok geçmeden insanlar çoğalmaya, Zurnacı’nın etrafında birikmeye başladı. Köprünün tam ortasında, tokmağı var gücüyle davulun yüzüne indiren oğlanın olağanüstü performansına rağmen Zurnacı daha çok ilgi çekiyordu. Sanki köprü unutulmuş, Dicle’nin suyu anlamını yitirmiş, vaftizden vazgeçilmiş, gerçeklikten kopulmuştu. Bilmeyen sanırdı ki oradaki herkes, büyük, küçük ama herkes, sabah sabah Zurnacı’yı izlemeye, davulun güm bede güm güm sesini dinlemeye gelmişti. Bir an aklımdan, “Diyarbakır bu olmalı, belki de Kürt bu olmalı. Zurnamızla davulumuz olsun, hele bir de halayımız kurulsun da başka da bir şeyimiz olmasın, el alemin zımbırtısına ne gerek...” dahası cumhur gitse ne yazar, millet gelse ne yazar, zurna bizim, davul tokmak bizim, üstelik halay kuruldu, kurulacak derken…
Evet, içimden daha öyle derken, elinde mendili olan genç bir kadın ortaya atıldı, Zurnacı’nın etrafında biriken insanlar yana çekildi. Çok geçmeden başka bir genç kadın ortaya atılan genç kadının koluna girdi, başka bir genç kadın da onun koluna girdi, genç bir erkek de ikinci genç kadının koluna, başka bir genç, başka bir genç derken oracıkta, taş köprünün ortasında, Dicle nehrinin üstünde herkesin beklediği, benim gibi hayal ettiği halay kuruluverdi. Halayın kurulmasıyla zurnanın sesi daha da yükseldi, güm bede güm güm diye çalınan davul ise patladı patlayacaktı vurulan tokmağın şiddetiyle. Aşkla omuz omuza gelen gençler, şevkle halaya duran gençler, kelebekler gibi uçuşan, özgürlüğe kanat çırpan gençler coştukça coştu…
*
Bundan tam 952 yıl önce, öyle az buz değil tam on bin ölümsüz süvari, tam on bin yiğit ile Bizans İmparatoru Romen Diyojen’le Malazgirt ovasında kapışan Selçuklu Alparslan’ın imdadına yetişen, dahası Türklere kurtuluşun yolunu açan, onlara hayat öpücüğü veren Kürtlerden, yani Mervaniler’den kalma Ongözlü köprüde coştukça coşuyordu gençler, eski köy cumhura ne gerek, yeni adet millete ne gerek…
*
Davulcu kendinden geçmişti ki başka genç bir kadın kollarını iki yana açarak ortaya atıldı, ayak parmaklarının üzerinde dans ede ede Davulcu’nun karşısına geçti. Genç kadının gizemli dansına çarpılan Davulcu, tokmağının hızını daha da artırdı, kavgaya hazır kartallar gibi genç kadınla göz göze geldi, bir süre bakıştılar, iki yana kafa salladılar, her bir tarafa oynatılan omuzlar baş döndürüyordu adeta. Ne olacağı, oyunun sonu nasıl biteceği merak edilirken, bir anda ters yöne döndü her ikisi, dans ede ede halayın iki ucuna çekildiler. Halayın başına geçen genç kadın birden durdu, sonsuz boşluğa seslenir gibi bir çığlık attı, sesi Dicle vadisi boyunca yankılandı, taa Diyarbakır'ın kadim surlarına kadar gitti, döndü. Bir süre hiç kıpırdamadı, öylece durdu yerinde, derin bir nefes alıp verene kadar. Ardından yeniden canlandı, omuzları oynamaya başladı koluna girdiği gencin omuzuyla birlikte, “Çal zurnacı, çal, çal… Vur davulcu, vur, vur… Güm bede güm güm… Hesap Ongözlü’den dönerrr, hesap Ongözlü’den dönerrrr… ” dedi, ayaklarını yere vura vura...
Bitti, bitecek diye dursunlar, halay daha yeni başladı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.