TARİHE VE ESKİ ÇAĞ İNSANINA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ
İnsanoğlu ölenlere karşı duyduğu saygı ve ardından üzerine düşen görevleri bir vasiyet gibi ele almıştır. Onun bedenini ortalıkta bırakmamıştır. Onun bedenini koyduğu mezarı kaybolmasın diye, mezar taşlarını üzerine kayıtlar düşmeyi ihmal etmemişlerdir. Sümerler döneminde ölümü kabullenmemişlerdir. Tekrar doğuma inanılmaktadır. Bu yüzden öleni ‘mezarda yatan adam’,’ mezarda uyuyan adam’ olarak ele almışlardır. Günümüzde ölenler için verilen ilanlarda veya duyurularda ‘kaybettik’ veya ‘yitirdik’ diye açıklanması geçmişten gelen bu kültürle bağlantılıdır.
Toplum içinde daha iyi konumda olanlar için görkemli piramitler, yeraltı mezarları, lahitler ve daha sonraları ‘yatırlar’ yapmaları tesadüfi değildir. Cenaze törenleri ve ölü gömme o dönem insanını yamyamlıkla arasına bir sınır çektiği gibi; ölüyü ortalıkta bırakmamak, onlara mezarlar yaptırmak bir üstünlük ve insana gösterilmesi gereken bir davranış olarak ele alınmıştır. Bu yüzden savaşlarda karşılıklı olarak birbirlerinin savaş meydanlarındaki cenazelerinin alınması için zaman zaman savaşa ara verilmiştir. Savaş alanında ölenlerin bırakılması bir aşağılanma olarak görülmüştür.
Eski toplumlardan günümüze taşınan cenaze törenleri, ölüyü gömme ve o’nun ardından yükümlülükleri yerine getirme gelenek, görenek ve kurallar toplumlara göre değişikliklere uğramış olsalar bile günümüzde de devam etmektedir.
Cenaze sonrası ölünün birinci dereceden yakınlarının yas süresi boyunca karalar bağlaması, yıkanmaması, yeme ve içmedeki kısıtlama, cinsel ilişkiye girmeme, ağıtlar yakma, kendini hırpalama gibi; daha da sıralanacak olan yaşam ve duruş biçiminin kaynağı; eski zaman insanında günümüze taşınan en eski kültür ögeleridir. Yerel geleneklere bağlı olarak ölünün ardından verilen; 3'üncü, 7’nci, 9’cu,40 ve 52'nci günler verilen yemekler ve yapılan dinsel törenler; kutsal kabul edilen rakam ve günlere ilişkindir.
Bu yazıda yararlandığım Sefa Kaçmaz’ın tarih ve toplum bloğunda çıkan araştırması; günümüzde de kullandığımız; ‘Çırasını yakmak’ , ‘baş sağlığı’, ‘toprağın bol olsun’ , ‘ başına toprak yağsın’ , ‘ tahtalıköy’ , ‘ musalla taşındaki helalleşme’ gibi bizlerin de günlük yaşamımızda sıkça kullandığımız bu kavramların tarihçesinin Sümerlere, Hititlere ve hatta Afrika’daki kabile dönemlerine dayandığını açıklamaktadır. Bu deyimlerin, sözlerin geçmiş uygarlıklar tarafından hangi zorunluluklar ve gerekçelerle kullanıldığına dikkat çekmektedir. Daha detaylı bilgi için bu kaynağa bakılabilir.
İnsanoğlu yamyamlıktan kurtulmak için gelenekselleştirdiği bu kültürünü daha sonraki dönemlerde bazı farklılıklar gösterse de kültürler ve dinler tarafından da benimsenmiştir. Sadece kendimize aitmiş gibi algıladığımız kültürel gelenek ve göreneklerin tarihinin ne kadar eski olduğu; tarihin imbiğin geçerek günümüze kadar ulaşması araştırmacılar için çok heyecan verici olmalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.