Nasıl bir eğitim modeli?
Ülkemiz eğitim tarihine baktığımızda, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kritik eşiklerin yaşandığını ifade etmek yerinde olur. Osmanlı’da başlayan ıslahat çalışmaları, II. Mahmut ve Abdülhamit dönemlerinde gerçekleştirilen yenilikler ile ittihat ve terakki hareketiyle başlayan çalışmalar, Cumhuriyete geçişle yeni bir döneme evirilmiştir. Değerli toplum bilimci Şerif Mardin’in ifadesiyle” Cumhuriyet bir kopuş mu yoksa Osmanlı’nın devamı mı?” Aslında bu perspektifle baktığımızda farklı tartışmaların ortaya çıktığını görmekteyiz. Eğitim alanında köklü değişimlerin yaşandığını ifade etmek bizi yanıltmadığı gibi ‘Islahat’ dönemlerinden günümüze doğru gelen değişimlerin olduğunu ifade etmekte bizi yanıltmaz. Dolayısıyla, ülke eğitim sistemine bakarken birkaç döneme ayırmak mümkün; Osmanlı son dönemleri, Cumhuriyet dönemi, çok partili dönem, darbeler dönemi ve milenyum dönemi. Burada ülke eğitim tarihine uzun uzadıya girmeyeceğim fakat ana hatlarıyla nerden nereye gelindiğini(en azından eğitim zihniyeti sorgulaması açısından) irdelemek yerinde olacaktır.
Çok uluslu Osmanlı’ dan, ulus-devlet Türkiye’ye geçişte eğitim felsefesi ve uygulamalarında ciddi değişimler yaşandı. ”Batılılaşma” anlayışıyla gerçekleştirilen değişimler, kimi çevrelerde devrim, kimi çevrelerde geçiş ve hatta kimi çevrelerde de yıkım olarak görüldü. Değişimlerin niteliği ne olursa olsun önemli olan ne getirip ne götürdüğüdür. Sanırım bu açıdan bakmak ilerisi için nasıl bir model lazım sorusuna daha iyi yanıt bulmamıza imkân sağlayacaktır.
Ulus-devlet anlayışının inşası sürecinde, çok kültürlülük arka planda tutulmuştur. Lozan Antlaşmasıyla azınlık hakları karara bağlanmış olmasına rağmen, kendi dil ve kültürlerinde eğitim haklarını yerine getirmeleri hususunda ciddi engellerle karşı karşıya bırakılmışlardır.(özellikle azınlık statüsünde olmalarına rağmen Süryani’ler in kendi dillerinde eğitim alma haklarından mahrum bırakılmaları gibi)Azınlık statüsünde görülmeyen, hatta asli kurucu özne olarak kabul edilmelerine rağmen Kürtler, ulus-devlet inşasında ötekileştirilerek tüm temel hakları bir tarafa bırakılmıştır(1921 anayasasında temel haklar vurgulanmış olmasına rağmen 1924 anayasasıyla bunlar reddedilmiştir)“Türkçülüğün Esasları” ekseninde bir sistem oluşturularak, kendinden olmayanı dışlayan bir zemin yaratıldı. Bu anlayışın dayandırıldığı “asimilasyoncu” politikalar, çok kültürlü toplumu tahribata uğrattı. Oluşturulmak istenen “tekçilik” anlayışı yaşamın her alanına yansıtıldı.(Cumhuriyetin ilk zamanlarında Kürtçe yasaklanarak, konuşanlara cezai yaptırımlar uygulandı. Daha sonraki dönemlerde de bu durumun farklı versiyonları yaşandı)
Eğitim alanındaki en ciddi değişim, tevhit-i tedrisat kanunu ile” laik” anlayışa geçilmesiyle gerçekleştirdi. Kurulan köy enstitüleriyle, kırsal gelişim, öğretmen yetiştirme ve yeni değerlerin topluma kazandırılması amaçlandı.(Köy enstitülerinin kuruluş amacıyla ilgili günümüzde farklı çevrelerce tartışmalar yapılmış ve bu kurumların ulus-devlet anlayışının yerleştirilmesine hizmet ettiği yönünde önemli veriler ortaya konmuştur) Ülkenin birçok yerinde kurulan yatılı bölge okulları aracılığıyla istenilen neslin(Türkçülüğün esaslarına bağlı nesil) oluşturulması için plan ve programlar uygulandı…?Günümüzde ise oluşturulmak istenen ‘dindar’ nesil projesi elde kalmış gibi.
Türkiye’de tüm dönemleri dikkate aldığımızda, eğitim alanının, kısa birkaç geçiş evresi haricinde, adeta bir deneme tahtasına döndüğünü görmekteyiz. Sürekli değişen sistemler, her gelen hükümetin kendi perspektiflerine-ideolojilerine- uygun uygulamalar gerçekleştirmeleri, bu alanı istikrarsız bir alana çevirmiştir. Gelin Türkiye eğitim sistemine, dünyanın en iyi eğitim sistemleri açısından bakmaya çalışalım.
Son yıllardaki araştırma verilerine göre, dünyanın en iyi eğitim modelleri olarak görülen Güney Kore, Japonya, Tayvan, Singapur, Finlandiya ve Birleşik Krallıklara bakmakta fayda var.Söz konusu bu eğitim modellerinin en önemli yönleri, öğrenci merkezlilik, öğretmenlerin çalışma koşullarının iyi olması(Finlandiya’ da en yüksek maaşı öğretmenler almaktadır)okullaşma oranın ihtiyaca cevap vermesi, okulların fiziki imkânlarının yeterli olması, müfredatlarının öğrencinin bireysel gelişimlerine uygun olması, öğrenci başına düşen öğretmen sayısının makul düzeyde olması ile eğitime yeterli oranda bütçe ayırmalarıdır. Bu önemli imkânlardan hareketle kendi ülke sistemimize baktığımızda, sanırım şu örnekle durumu özetlemek mümkün olacaktır; Bir takım kırtasiye giderleri ile dönem dönem okul tadilatları için velilerden istenen yardımlar, gelişmiş eğitim modellerinin neresinde olduğumuzun ‘ironik’ bir göstergesidir.
Öğretmelerin genel durumu, okul alt yapıları, atanamayan binlerce öğretmen, okulların mevcutları, özel sektörde çalışan öğretmenlerin içler acısı durumu ile eğitim anlayışımızı burada tek tek irdelemeye gerek yok. Yıllardır adeta kronikleşen sorun ve eksikliklerin artık 7 den 77 ye herkesçe biliyor olması, durumun vahameti, çözüm mercilerinin bahane üretmesini de ortadan kaldırmaktadır.
İşin özü şu ki; eğitim alanındaki ihtiyaçlar için Amerika’yı yeniden keşfetmeye ve beyin fırtınası yapmaya hiç gerek yok. Olması gereken şey, eşit, adil, demokratik, eğitime yeterli kaynak ve anadilde eğitimin sağlanmasıdır. Hangi gelişmiş eğitim modellerini referans olarak alırsak alalım, bu eğitim modellerini ülke realitemize göre uygulamadığımız sürece, sağlıklı sonuç almamız mümkün değildir. Aslında çareyi uzaklarda aramaya gerek yok. Kendi iç dinamiklerimizi demokratik bir yaşam anlayışıyla, samimiyetle değerlendirmemiz durumunda, iyi bir eğitim sistemine ulaşmamız çok zor olmayacaktır. Sanırım tüm mesele herkes için adil ve eşit bir yaşam isteyip istememizde yatmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.