DELİLİĞE ÖVGÜ: GAZETECİLİK
24 Temmuz tüm dünyada Gazetecilik ve Özgür Basın Günü olarak kabul edilip kutlanmaktadır. Gazetecilik veya kapsamlı bir bütünlük olarak medya kavramını derin bir analizden geçirmeden herhangi bir basın-yayın kuruluşunda çalışan herkesin kendine “gazeteci” sıfatını neden ve ne hakla yakıştırdığını anlayamayız. Üniversitede çalışan profesör lakaplı bir hukukçu, işletmeci, veteriner, hekim, mühendis ya da koca koca işadamları, hatta bazı siyasetçiler, sanatçılar neden kendilerini “Gazeteci” olarak tanımlama veya sunma ihtiyacı hissetmektedir!
Yapılan tüm güvenirlik anketlerinde başta ülkemiz olmak üzere tüm dünyada en güvenilmez kurum olarak “medya” ilk sırayı almaktadır. Bunun sebebi acaba nedir? Güvenilmez görülen bir meslek nasıl olur da diğer meslek erbapları tarafından bu denli göz alıcı bir tercih olarak kabul edilir? Gerçek gazetecilik yapanlar, çoğu ortamlarda ıkına sıkıla “gazeteciyim” derken herhangi bir güce sırtını dayayarak bir köşe kapanlar nasıl olur da bu kadar pervasızca “gazeteciyim” diyebiliyor? İsteyen herkes hekim, hakim, avukat, mühendisim diyemezken neden herkes iletişim fakülteleri veya basın yayın bölümlerini okumadan kendini “gazeteci” olarak rahatça ifade edebiliyor? En azından azıcık da olsa bir eğitimden geçmek gerekmiyor mu, azıcık da olsa bir deneyim gerekmiyor mu?
Gazetecilik her şeyden önce bağımsız olmayı gerekli kılar. İster habercilik yapsın, ister köşe yazılarında fıkra, deneme, makale yayımlasın temel amacı hak ve hakikat olmalıdır. Bunun dışında davranan kişi, gazeteci değildir! İster yerelde gazetecilik yapsın ister ulusalda temel amaç, kirli, yanlış, yalan olanı ortaya çıkarmaktır. Bu bakımdan gazetecilik, sivil bir toplum hareketi olarak görülebilir. Haberin işlenişi, yorumlanışı etik ve politik bir tercih olarak ifade edilecekse kimler için ve nasıl bir içerik sorusu gazeteciliğin nirengi noktasıdır.
Sansasyonel habercilik, gazetecilik yapmak ya da tüm haber ve yorumlarda magazin kültürünü öne çıkarmak, halkın bir anlamda haz alabileceği yayıncılık hayatta neye karşılık geliyor, kalıcılığı, etkisi nedir, topluma ve ülkeye ne kazandırır sorularını dikkate almak gazeteciliğin temel ilkeleridir. Ama asıl olan hayata dokunan, hakikatin ışığında çağdaş ve evrensel değerlere, insanların temel hak ve hürriyetlerine uygun bir yayıncılık anlayışının benimsenmesi ve kabul görmesidir.
Fakat tüm bu soru ve sorunların ötesinde medya- gazetecilik ekonomik ve politik bir konumlanışı da dayatmaktadır. Medyanın dördüncü kuvvet olarak kabul edilmesi, toplumdaki inandırıcı ve yönlendirici etkisi iktidarların ve güç odaklarının medyayı sahiplenme ve istekleri doğrultusunda içeriklerini belirleme arzusunu arttırmıştır. Bu arzuların aksine hareket eden gazeteci ve medya kuruluşları çeşitli baskılara uğrayarak hizaya çekilmeye çalışılmıştır. Tarihe baktığımızda dünyada ve ülkemizde büyük bedeller ödeyen, delicesine mesleğine bağlı gazeteciler, medya kuruluşları olduğunu görebiliriz. Medya kuruluşunun ekonomik bağımsızlığı, yayın yapacak araç gereçlere sahip olması, yeni tabirle takipçi sayısının fazlalığı ve niteliği yukarıda belirttiğim kabul edilebilirliği kuşkusuz kolaylaştırır.
Yerel medya bu bağlamda toplumla iç içeliği daha kolay olduğundan halkla daha sıkı ilişkiler kurabilmektedir. Yerel medyanın toplumu bilgilendirme, yönlendirme etkisi ulusal medyaya oranla daha fazladır. Gazeteciler, toplumuyla daha içten ve kolay diyaloglara girebilmektedir. Okuyucu, izleyici, dinleyici habere daha yakın, hatta bazen haberin içindedir. Bu yüzden yerel medyanın yanlış yapma olasılığı olmamalıdır. Güvenirliğini kaybeden yerel medya sembolik eşantiyon medya konumuna düşer ki, maalesef başta Diyarbakır olmak üzere bölgemizde bu konumda birçok gazete, dergi, radyo ve televizyon medyası bulunmaktadır.
Gazeteciliğin onurunun korunduğu, hukukun işlediği, hakkın ve hakikatin hesapsız ve çıkarsız, korkusuzca dile getirildiği bir dünya umuduyla tüm gerçek gazeteci meslektaşlarımın günü kutlu olsun dileklerimle…