CEJNA ZİMANE KURDİ PİROZ BE!
Kürt Dili’nin bayram olarak ilan edilişinin yıldönümündeyiz. Ortalığın toza dumana karıştığı, şiddet sarmalının yaşamın her alanını sarıp sarmaladığı böylesi bir günde Kürtçe dil bayramı kutlanacak. Zor günlerde bayram kutlamak da sıkıntılıdır. Geleceğin aydınlık ve umut dolu olması dileği; dil için daha da geçerli bir temenni olmaktadır.
15 Mayıs 1932’de Celadet Ali Bedirxan tarafından Latin harflerinin de kullanıldığı ilk Kürtçe dergiyi çıkarıyor. Süreli olarak çıkan Hawar dergisinin yayın hayatına başlaması, Kürtçe için önemli bir başlangıç oluyor. Bu tarih, Kürtçe ana dil bayramı olarak kabul görüyor. Derginin çıkarılması, “Kürtçe bir dil değildir” “ bu dille edebi eserler verilemez” “dağ dilidir” gibi küçümseyici yaklaşımlara karşı güçlü bir cevap niteliği taşıyor. Üstelik Latin harfleriyle derginin yayınlanması da Kürtçe yayım alanında önemli bir başlangıç sayılıyor.
Çok önceki tarihlerde de Ahmedi Xani, Faqiye Teyran, Melaye Ciziri gibi edebiyatçıların önemli eserleri ortaya çıkmıştır. Hatta daha eski tarihlerde de Kürtçe edebi eserlerin yazıldığına dair bilgiler vardır. Kürtçe dilinin çok zengin bir yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Geçmişte yazılan, birçok eser gün ışığına çıkmayı beklemektedir.
Bilindiği gibi tarihsel süreç içinde dil; o halkın yaşadığı coğrafya üzerinde şekillendi. O coğrafya ve halkla arasında kopmaz bağlar kurularak öz ve biçime kavuştu, zenginleşti. Dil sadece bir iletişim aracı olmanın da ötesinde bir işlev üslendi. Halkın, bireyin, duygu ve düşünce şekillenmesini, gelecekte neyi, nasıl yapması gerektiğini yani kısacası ütopyasını da ifade etmede önemli bir işlev üslendiğini görmekteyiz. Zamanla, dil bir ulusu ifade eden en önemli özelliklerden biri haline geliyor. Halkla özdeşleşmiş bir kavrama dönüşüyor. Onun ayrılmaz bir parçası haline geliyor. Dil o halkın kimliği o halkın kimliği oluyor. Halklar dünyada dilleriyle tanınır oluyor. Böylece dil aynı zamanda yaşam hakkı kadar kutsallık içeren bir öge oluyor. Bir anlamda da zenginlik dille ölçülüyor.
Yazar Dr. Hüseyin Xaliqi “ Anneden öğrenilen dil kişinin kendini rahat hissetmesinde ve çevreyle ve diğer insanlarla barışık ilişkiler kurmasında önemli rol oynar” diyor. Dolayısıyla çocuk kendi ana diliyle eğitim gördüğü zaman başarılar ve yaratımlar daha güçlü olmaktadır.
Dünya değişiyor. Dolayısıyla algılar da buna bağlı olarak kendini yeniliyor. 18. Ve 19. yy.ın tek ulus tek devlet anlayışları yerini; çok dilli, çok kültürlü bir anlayışa yerini bıraktı. Ulusların arasına çizilen geçit vermez sınırların, gümrük duvarlarının günümüzde artık bir anlamı kalmadı. Renklilik ve çokluk bir zenginlik olarak algılanıyor. Bu demokrasinin de gelişmesi ve kurumlaşmasının ölçütü oluyor. Dil, etnik, kültür vb. farklılıklarından dolayı ötekileştirmeyen anlayış ülke ve halkları hem zenginleştiyor, hem de büyütüyor. Gelişmek, zenginleşmek ve büyümek varken tek ve zayıf olmakta ısrar neden?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.