CEBİMİZDEKİ PARA HER GÜN ERİYOR
Geçmiş uzun yıllardan beri ekonomik kalkınmayı sürekli ön planda tutuyorduk. Fakat şimdiye kadar kalkınmanın önündeki engelleri bir türlü aşıp düzlüğe çıkamadık. Gelişmiş ülkeler kategorisi içerisinde yer almak için söylemi bol; ama kaynakları, olanakları, imkânları planlama, değerlendirme çabaları yetersiz kaldı. Dolayısıyla; amaçlanan hedeflere ulaşılamadığı için gelişmekte olanlar kategorinden bir üste çıkamadık. Hatta bazen bulunduğumuz yerden daha da gerilere düştüğümüz, sentlere muhtaç olduğumuz dönemler de oldu.
Kalkınma politikalarında şimdiye kadar birçok ekonomik model benimsendi, denendi. Önceleri ithalatçı ikame, karma ekonomi, serbest piyasa ekonomisi gibi modeller denendi. Her dönem; her şeyin yolunda gittiği telkin edildi. Büyük beklentiler oluştu. Bir süre sonra işlerin yolunda gitmediği görülünce; yeni modeller denemeye başlandı. Dışa bağımlılıktan kurtulamadık.
Her yeni denemede kafalarımız rakamlarla, istatistiklerle karıştı. Fakat bunlar geniş kitleleri, özellikle yoksulları ilgilendirmedi. Geniş kitleleri ilgilendiren onların ekonomik gücüdür. Onların cebindeki paradır. Ve bu paranın alım gücüdür. İnsanlar ceplerindeki parayla neyi kaça alabileceğinin hesabını yaptığında; pazardan eve dönerken ne kadar meyve sebze, marketten evin hangi ihtiyacını karşılayabilme gerçekliği bizlere sunulan rakamlardan, söylevlerden daha yakıcı bir gerçek oldu. Çoğu zaman ekonomik gidişatın, kendisini bir kat daha eğip büktüğünü gördükçe; her gün maddi sıkıntılar içinde ezilmeyi yaşadıkça; çaresiz ve çözümsüzlük girdabına gün geçtikçe girdikçe, doğal olarak bu kesimlerde yaşam umudu yerini karamsarlığa bıraktı. Ayın sonunu zor getiren, normal geçim standartlarının altında yaşayan insanlar için sunulan rakamların, çizilen pembe tabloların hiçbir anlamı olmadı. İnsanlar ekonomik durumun nasıl gösterildiğine değil, aylık ne kadar para eline geçiyor ve bu paranın ne kadar alım gücü var buna bakmaktadır. Doların seyri kalp grafiği gibi her iniş-çıkışta bunun zam olarak kendisine döneceğini bildiği için, yüreği hoplayıp durmaktadır.
Ağırlıklı olarak tarımın yapıldığı, geniş tarım alanlarının bulunduğu bir ülkeydik ama izlenen yanlış politikalar sonucu; tarım alanları otlaklara dönüştü, Kentler tıka basa insanla doldu. Ülke içi üretim, tüketimi karşılayamaz hale geldi. Sonunda gelinen nokta; çözüm olarak dışarıdan etten samana kadar birçok şeyi ithal etme oldu. Üretimde bulunanlar dan bir kısmı da, düşük taban fiyatından dolayı ürettiği emeğinin ve harcamalarını karşılamadığı için; kimisi üretimden vazgeçmekte, kimisi kayısı ağaçlarını, kimisi de fındık ağaçlarını kestiği medyaya yansımaktadır. Üreten insanlar emeğinin karşılığını alamayınca kendilerince yeni çare ve çözüm arama peşine düşmektedirler. Böylece mevcut üretici kesim daha da daralmakta dışarıya bağımlı hale gelme daha da artmaktadır. Her gün zam haberleriyle dar gelirli, yoksul kesimin yüreği ağzına gelmektedir. Çünkü enflasyon ve faiz ateşiyle yükselen her zam; eve giren ekmekten bir lokma daha azaltmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.