Akıllı Makinelere Hapsedilmiş Bir Gelecek
Zaman zaman benzer konularda yazılmış kitapları okumaya ağırlık veriyorum. Bu, öyle planlı yaptığım bir şey değil; kendiliğinden, içimden geldiği için. Bugünlerde işveren çevrelerinin yayınlamış veya yayınlatmış olduğu dijital dünya, yapay zekâ ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmelere dair kitaplar okuyorum. Kitaplarda yer alan teknolojilerin teknik yanı değil ilgimi çeken, zaten anlamam; benim asıl ilgimi çeken şey, bu teknolojilerin ekonomik, politik, sosyal ve kültürel etkilerinin neler olacağı, yaratabileceği imkân ve olumsuzluklar.
Bana ulaşan yapay zekâ, bilgi ve iletişim teknolojileri kitapları ne yazık ki kitapevlerinde satılmıyor. İş çevrelerine, topluma yön veren insanlara, kurum ve kuruluşların üst düzey yöneticilerine ücretsiz, hediye babında dağıtılan cinsten. Elime ulaşan bu kitaplardan bazıları ile ilgili düşüncelerimi paylaşmayı düşünüyorum. Kai-Fu Lee’nin Yapay Zekâ Ve Yeni Dünya Düzeni/ Çin /Silikon Vadisi kitabı ile ilgili düşüncelerimi daha önce paylaşmıştım. Şimdi, Türk Henkel Dergisi Yayınları tarafından, 1996’da yayınlanan, Massachusetts Institute of Technology’deki (MIT) Media Lab’ın kurucu ve yöneticisi Nicholas Negroponte’nin DİJİTAL DÜNYA kitabına dair, tersten bir okumayla, bazı şeyler yazmak istiyorum.
Peşin söyleyeyim, kitap pembe bir tablo çiziyor ama bilişim teknolojisiyle ilgili de çok esaslı şeyler anlatıyor. Akıllı makinaların nasıl bir seyir izlediklerini, izleyeceklerini ve nereye evrileceğini güzel ve sade bir anlatımla kaleme alınmış. “Bilgi işlem artık bilgisayarlarla ilgili bir şey olmaktan çıkıyor. Yaşamla ilgili bir olgu haline geliyor”(s.12) deniliyor, 23 yıl önce. Günümüzde ise artık yaşamın rotasını belirleyen bir olguya dönüştü diyebiliriz.
Bu kitapta ve benzerinde genellikle akıllı makineler sayesinde bilgiye sınırsız ulaşımın olacağı, ulus devletlerin gevşeyeceği, sansür ve sınırların aşılacağı; önyargı ve sosyal, etnik, dinsel, kültürel farklılıkların kalkacağı söylenmektedir. Gerçek yaşamda bunun böyle olduğunu ne yazık ki göremiyoruz. Dijital dünyaya kim sahipse (şahıs, kurum, devlet) egemen olan o oluyor. Sopası ve parası olanın borusu ötüyor. Uygulamalara bakmamız yeterlidir. Dünyadaki gelişmeleri şimdilik bir yana koyup sadece Türkiye’ye bakalım: İktidar tarafından muhalif yüzlerce haber web sitesinin, TV kanalının nasıl kapatıldığı ya da erişiminin engellendiği herkesçe bilinen bir gerçektir. Yazılı ve görsel medyada ya da sosyal medyada insanların Cumhurbaşkanı’nı eleştirdiği, bazı mesaj, fotoğraf veya yazıları paylaştıkları için mimlendiklerini, yargılandıklarını, cezalar aldıklarını artık sağır sultan bile duydu. Ayrıca sosyal medyada trollerin, yazılı ve görsel medyada dilbazların geniş halk yığınlarını nasıl yanlış, yanlı bilgi bombardımanına tutarak insanları lal ve sağır ettikleri, tek adama ve tek düşünceye çalıştıkları da herkesin malumudur. İşin bir başka yanı kurumlar, kuruluşlar, devlet sürekli bilgi topluyor, toplanan bunca bilgide vatandaşın çıkarı nedir? Merak ediyorum.
Yine akıllı makinelerin merkezi bir oluşumla, yani tekleşmesiyle sosyal yaşamın renkleneceği, çeşitleneceği ve zenginleşeceği; bu durumun Orwell’in “Büyük Birader”ini yaratmayacağını, “her biri bir şeyde oldukça iyi olan ve kendi aralarında çok iyi iletişim kurabilen çok sayıda bilgisayar programının bir toplamı olacağını”(s.145) ve “özel amaçlı ve birbirleriyle iyi bağlantılı olan büyük bir grup makinenin kollektif davranışında bulunacağı”(s.146) söylenmektedir. Açıklama kuşkuları gidermiyor, net değil, olumlu (hem de çok) yanının yanında bir de madalyonun ters tarafına bakmakta yarar vardır. Örneğin ABD’nin California eyaleti federal yargıcı James Donato, Facebook’un yüz tanıma teknolojisini kullanma yöntemi nedeniyle, daha açık bir ifadeyle “kullanıcıların izni olmadan biyometrik bilgilerini topladığı” iddiasıyla toplu dava açılmasına hükmetmiş ve kararında teknolojinin arkasındaki dört aşamalı süreci de şöyle tanımlamıştır:
1) Yazılım ilk olarak yüklenen fotoğraftaki tüm yüzleri tespit etmeye çalışıyor.
2) Yüzleri standartlaştırıp, ölçü ve yöne göre sıralıyor.
3) Facebook daha sonra her bir yüz için bir fotoğraftaki yüzün matematiksel temsili olan bir “yüz imzası” yaratıyor.
4) Yüz imzaları daha sonra saklanan yüz şablonları veritabanında benzer olanları bulmak için kullanılıyor. (17 Nisan 2018- www.bbc.com/turkce/haberler)
Demek ki, “her teknolojinin ve bilimin her armağanın bir de karanlık bir yüzü vardır.”(s.207)
İş çevrelerince yayımlanan yapay zekâ, bilgi ve iletişim teknolojileri içerikli kitaplarda genellikle gelecekte üretimin, hizmetin, ticaretin artacağı ve yeryüzündeki toplumların zenginleşeceği yazılmaktadır. Üretim ve zenginliğin artışı doğru bir saptama, ama zenginliğin dağılımı hiç te doğru değil, çok kötü ve adaletsiz. Yoksulluk bazı coğrafyaları mesken tutmuş, yaratılan zenginliklerden en büyük pay hep bir avuç zengine gidiyor. Nedense bu konulara hiç değinilmiyor, “güçsüzleşen yurttaş” olgusu görmezlikten geliniyor. Yoksulluğa karşı çalışmalarıyla bilinen yardım kuruluşu Oxfam, Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu öncesinde yayınladığı yıllık raporunda, dünyanın en zengin 26 milyarderinin, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit servete sahip olduğunu açıkladı. (21 Ocak 2019- bbc/turkce) Böyle bir dünya olur mu? Böylesi bir dünya batmaya yüz tutmuş utanılacak bir dünyadır.
Uzatmayayım; her yeni kuşak bir öncekinden bir miktar daha fazla dijital olacak. Orwell’in “Büyük Birader” olayı ve gelir dağılımındaki adaletsizlikten daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. “Dünya çapında sessiz bir devrim yol almaktadır.” Şansımız hiç yok. Para, sayı ve zamanla aklını bozmuş bir dünyada yaşıyor olmamız nedeniyle hayatın her alanında çevremizi akıllı makineler kuşatmış durumda; bilgisayarlar, cep telefonları, uydular, kameralar “her şey her yerde” görev başında. Hiç zahmet etmeye gerek yok, gelecekte akıllı makineler bizim hangi yemekleri yiyeceğimize, hastalıklarımızın teşhisine, sosyal ilişkilerimize, nelerden hoşlandığımıza, hangi müziği dinleyeceğimize, hangi filmleri izleyeceğimize, zaman dilimini belirleyip kendisi hangi kitabı sesli okuyacağına, nereye tatile gideceğimize karar verecek; bizim yerimize telefon konuşmalarını yapacak veya mesajlar yazacak. Kısacası yapmamız gerekenleri bizim yerimize akıllı makineler yapacak, hem de leb demeden leblebi dercesine… “Büyük Birader” de ne yaptığımızı adım adım izleyecek. Dahası, gelecekte insanlar “kendilerini mutlu hissedebilecekleri kuşkulu olsa da,” dokunmadan seks yapacak, “hayatlarının aşkını” tasarlayabilecektir. Chicago’daki Northwestern Üniversitesi’nden jinekoloji profesörü doktor Laura Berman bu konuda çok net konuşmaktadır: “Önümüzdeki 10 yılda robotlarla cinsel ilişki yaşayıp bebekleri tanımadığımız kişilerle laboratuvar ortamında üretecek, haz noktalarımızı değiştireceğiz.” (1 Mayıs 2015 -Cumhuriyet Gazetesi)
Velhasıl kelam akıllı makinelere hapsedilmiş bir gelecek bizi bekliyor. Üzerinde çok düşünmemiz gereken ciddi sorunlarla karşı karşıyayız: Birincisi, arzu ettiğimiz dünya, böylesi bir dünya mı? İkincisi, böylesi dünyada insanlar ne yapacak? Düşünelim.
Müslüm Üzülmez