PSİKOPATOLİK: KÖTÜLÜK
Bir konunun, psikopatoloji dâhilinde olması için, onun normlardan sapma derecesi (istatistikler, normlar, sosyal normlar ve gelişimsel normlar hesaba katılır), davranışın uyumsuzluk derecesi, davranış şıklığı, davranış şiddeti ve süresi, bireyin bireysel ve zihinsel işlem görme düzeyi, duygusal dışavurum ve kontrol, kişinin gerçekliği algılama ve sosyal ilişkilerle baş etme şekli ele alınır. Ele alacağımız psikotpaolojik kötülük konusunun birey ve toplumsal optimizasyonu üzerinden tarihin daha doğrusu akıllı insanin insanlaşmış tarihine bakacağız. Sigmund Freud’un insanın doğuştan yıkım ve şiddete eğilimli olduğu iddiasını kuşku verici bir saptama gibi durması, Bize insanın kötülük algısının kökeninde nelerin olduğuna sevk ediyor. İnsan bu yönüyle hınç ve korku hissetmediği sürece kötücül olabilir mi? Ya da bir sözün ya da edimin kötücül kimlik kazanmasının ontolojik, epistemolojik köküne ve kopuşu nerede başlar nerede son bulur? Bu iki temel sorunun ışığında insan özbenliği’nin oluşumuna eğilmemiz gerekmektedir.
İnsanın özne olma serüveni yaşamın henüz 6-18 aylarında bir bütün olarak sandığı annesinin gözleri ( ayna) da yıkıma uğrar. Ardından oluşacak olan benlik algısı sahte bir yanılsamayla kendini ötekilerin konumlayacağı normallikte, onay ve sevgi arayışı ile döngüsel bir form alacaktır. Bu normların epistemolojisi ile içkin, sahte benlik algısı insanda güçlü olanın onay ve sevgine karşılık kendi özgürlüğünü feda etmeyle sürecektir. Sözünü ettiğimiz bu döngü insanın yaşamı boyunca özbenliğinde bir çatışmaya sebep olacaktır. Güçlü olanın normatif gücü artıkça tekil olanın şişesindeki çatışma iki şekilde dışa vurulacaktır. Ya büyük ötekinin değerleriyle bir ve bütün olarak yaşayıp normal olmak; ya da bu değerlerin kendilik algısında yanılsamalı bir gerçeklik yarattığı bilgisiyle modern topluma kafa tutmak.
Kötü olanın kötü olmanın bilgisini belirleyen ana etmenin büyük ötekinin bilgisinde saklı olduğu gerçeğini bizler Dünyayı sarsan meşhur olan iki olaydan anlıyoruz. Michel Foucault’un XIX. Yüzyılda Bir Aile Cinayeti/ Annemi, kız kardeşimi, erkek kardeşimi katleden Pierre Riviere hikayesiyle, Nazi Almanyası’nda Yahudilerin gettolara ve toplama kamplarına naklinden sorumlu Otto Adolf Eichmann’ in yargılanmasını yazan Hannah Arendtin kitabıyla, İlk olayda Rivere karakterin annesinin babasının otoritesini tanımadığı onu küçük düşürücü davranış ve söyleminde bulunduğu motivasyonuyla bu cinayetleri işlediğini söylemiştir. Adolf Ecihmann ise mahkemede kendisinin bir asker olduğunu verilen emirleri uyguladığını dile Kendisi Rivere bin aksine hiçbir cinayeti şahıs işlemiştir. O kendisine yasaların verdiği yetkiyle görevini yerine getirdiğini söylemiştir. Bu iki olayın bizlere sunduğu hakikat, bu iki kişinin de eylemleri sergilerkenki motivasyonu güçlü olanın varlığını sürdürme motivasyonunda olmasıdır. İki kahraman da özbenliklerindeki yıkımı büyük ötekinin onayı ve sevgisine olan arzusuyla gerçekleştirmiştir. Bu arzunun temelinde yatan defacto durum kötü olanın güçlünün bilgisi ve onayı dışında olan bir yerde olduğu hakikatidir.Eylemlerin ve söylemlerin kötücül olması içinde yaşanılan toplumun yasalarına uygunluğuyla Normatif değerlerdeki bilginin kabulü ve uyumu bireyi tikel anlamda psikopatolijk yapabilir. Uyum ve denge arayışının ötesinde kendi özsel benliğini oluşturma istenci kötü olanın adı olarak lanse edilir.
Bu okumaların ışığında toplumdaki iktidar ilişkilenmelerini birey öteki diyalektiğini hesaba katmadan kötülüğün temellerini metafizik ve yanıltıcı hakikatlerde arama çabasından başka bir şeye hizmet etmeyecektir. Özgür birey olmanın ve özgür düşüncenin fantezi olduğu varsamı ile kötülük hatta psikopatolik kötülüğün asla tek failin olmadığını söylememiz de kabul görülebilir. Ercih Fromun da dediği gibi:” Tanrının buyruğu altındaki insanın özgür iradesi yoktur.o ancak ya Tanrının ya da şeytanın iradesinin bir tutsağıdır, kölesidir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.