Önce beyazken sonra neden kırmızı oldu gül?
“Gece gül bahçesinde ararken seni
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikâyemi.” Ömer Hayyam
Çocukluğum ve gençliğimin geçtiği mekân akrabalara ait bağ ve bahçelerin içerisinde bulunan yeşil ortak bir mekândı. Bu mekândan şimdi geriye bir şey kalmadı sayılır. Yaşlılar öte dünyaya, kalanlar ise başka başka şehirlere şu veya bu nedenle göç etti. Gidenleri temsilen geride bir tek anam kaldı. Bağ ve bahçelerden ise kala kala evimizin yanında bulunan ufacık iki dönümlük bir bahçe kaldı. Bahçeyle kardeşim Şadan ilgileniyor.
Bu küçük bahçede nar, elma, armut, ayva, erik, kayısı, ceviz, kiraz, dut gibi bildiğimiz sıradan birçok ağaç var. Bahçe sınırlarını badem ağaçları, böğürtlen, kuşburnu, iğde ve çalılıklar korur. Ağaçların tümüne iki kuyu suyu hayat verir. Bu ağaçların yanında bir de Şadan’ın yetiştirdiği güzelliğine doyum olmayan her renkten güller var: Beyaz, sarı, turuncu, pembe, kırmızı çeşit çeşit. Şadan’ın gül ağaçlarının köklerini kazması, zamanında makasla onları budaması, aralarında oluşan ayrık otlarını ayıklaması, zararlı bit ve böceklere karşı ilaçlaması, köklerine yağmurlama sistemiyle su vermesi tam bir törensel gösteridir. Çalışırken güllerle konuşur, bütünleşir sanki. Derdi tasayı unutur, sadece gülleri düşünür. Bir insan bu kadar mı gülleri sever? Güllüğü baharın gördüğümüzde ve gül kokularını tenimizin her hücresinde hissettiğimizde ancak bu sevgiyi anlayabiliriz diye düşünüyorum. Gül dallarında ilkbahar, yaz, sonbahar güller hiç eksilmez. Gül dallarında kuşların ötüşmesi, polenlerinde arıların gezinmesi, üzerlerinde renk renk narin kelebeklerin uçuşması doğanın bahşettiği, insanın duygularını derinden etkileyen, yerçekimini unutturan büyülü bir güzelliği oluşturur. Aşk ve sevginin sıcaklığı bedenleri sarar. Gençler ne yapsın? Bazen sevgililerine vermek için Şadan’dan, Şadan olmadığında anamdan izin alarak, kimse olmadığında da izinsiz topladıkları gül demetlerini sevgiyle göğüslerine basıp yarınlara dair renkli güzel hayallerini kurmanın sevincini yaşarlar.
Gül her zaman bizleri derinden etkileyen bir görüngü olmuştur. Güzele ve sevgiliye her daim gül ile bezenmiş nice anlamlı tanımlamalarda bulunmuşuzdur. “Gülü tarife ne hacet”, nasıl güzel olduğunu ancak biz biliriz: Bizim için sevgilinin gezdiği bahçe gülistan; gül toplayan gülçin; masal kadını gülşah; gül vücutlu gülten; gülfidanı gibi ince, nazik, hoş endamlı olan gülendam; narçiçeği dalı gibi ince boylu olan gülnar; fidan boylu gülnihal; gülden gömleği olan gülpirehen; gül örtülü olan gülpus; gül benzeri gülce; güzelliğiyle gül saçana gülefşan; gül tatlısı gibi güzel olan gülşeker; gül güzelliğinde olan gülcemal; gül yanaklı olan gülizar; pembe yüzlü olan gülnikap; gül goncası gibi güzel olan gülgonca; gül renkli olan gülgün; narin ve nazlı olan gülnaz; gül ağızlı olan gülfem; öpüşü gül duygusu veren ise gülbuse’dir.
Gülün olduğu yerde bülbül olmasa olmaz. Makam, Makam Çiçeği ve Bülbül kitabımda yer alan aynı başlıklı yazımda biraz yerel ve farklı olsa da meramı esastan anlatarak şunları yazmışım: “Makam’ın bülbülleri susmak nedir bilmez. Bu bülbüller, dut yiyen bülbüllerden değildir. Yaz kış, her mevsim öterler. Ben bunu Makam’da, bu kutsal topraklarda, bu dağ ve dağın eteklerinde güllerin olmayışına yoruyorum. O, sevdasını anlatacak gül, üzerine konacak gül dalı aramaktadır. O, sevgilisini kaybetmiş aşk-ı perişandır. Böyle olmasa, bu bülbüller bu kadar yanık ve de üstelik her mevsim neden ötsünler?” (Titiz Yayınları, 2010 İstanbul, s. 295.
Gül ve bülbülün aşkı yüzyıllardır anlatıla gelen bir gerçeğimizdir bizim. Ne eskir ne de eksilir, anlatıldıkça aşkları daha da yüceleşir: Bülbül aşka susamış efsanevi bir ruh, gül sevgi kokan iffet olur. Gül renk değişmelerini bu aşktan alır. “Efsaneye göre bir zamanlar bülbül güle vurulmuş ve ona şarkılar söylerken, gül titrek dalları üzerinde doğrulmuş. Beyaz bir gülmüş bu, hoş, o vakitler bütün güller beyazmış zaten. Beyaz, masum, saffet ve iffet doluymuş güller. Bülbülün şarkısına kulak verince o gül kalbinin bir yerinde bir sızı duymuş. Sonra bülbül titrek güle iyice yaklaşıp öyle sözler fısıldamaya başlamış ki dinlemeye karşı koyamamış gül: ‘Ben severim seni gül gül diye.’ Bu aşk sözlerini duyan gülün minik kalbi kızarıvermış, işte o anda pembe güller yaratılmış. Bülbül daha da yaklaşmış; Allah dünyayı yaratırken, canlılar içinde bir tek gülün dünyevi aşkı hiçbir zaman tanımamasına karar vermiş, fakat gül, bülbüle karşı koyamayıp taç yapraklarını açmış ona. Bülbül de gülün bekâretini çalıvermiş. Ertesi sabah utancından kırmızıya dönmüş gül ve minik kırmızı güller gelmiş dünyaya. Ve o gündür bu gündür bülbül her gece gelip bu ilahi aşkı bir daha tatmak ister, fakat gül reddedermiş; çünkü Allah, gülü bir kuşa eş olsun diye yaratmamış. Artık gül, bülbülün sesini duyduğunda ne kadar titrese de, taçyaprakları kapalı kalıyormuş.” (Demetra Vaka, Haremlik, Boyner Holding Yayınları, 1999 İstanbul, s.88.)
Efsanenin sonu ise hazindir. Bülbülün şarkısının en yürek paralayan, en ihtiraslı nağmelerle semaya yükseldiği böylesi gecelerde gül yine de reddederse, bülbül ölür. O minicik ceset asla bulunamadığı için de ötekilerin, sessiz kalan bülbüllerin gül ağacının dibinde ona bir mezar yaptığına inanılır. (s.95)
***
Bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla giriyoruz.
Aşka, sevgiye, barışa sarılalım. Savaş yıkım, ölüm ve mezarların çoğalmasıdır. Hasretimiz olan barıştır, yürekleri daha fazla kanatmayalım. Karşılıklı beyaz, pembe, kırmızı güler verip sevgiyle kucaklaşarak gönül yaralarını saralım. Yeni yılımız Barış yılı olsun..!
Bu duygularla tüm okurlarımın ve güzel insanların yeni yılını en içten duygularımla kutluyorum.
Saygılarımla…