ÖLÜMÜN ELİNDEN ÖLEMEMEK
Ölümlü insanın bu dünyadaki en son arzusu, son nefesinin doğal olan ölümün elinden olmasıdır. Ancak; yaşam çoğu zaman kişinin ya da kişilerin iradelerine göre bir seyir izlemiyor. Kendisi de ölümlü bir varlık olan insan; başka canlıların yaşam haklarını ellerinden almaktadır. Başka hayatları sonlandırmanın hukuk dilindeki adı cinayettir.
Cinayet, ölümlü insanın doğal olmayan yollarla başkaları tarafından, yaşamına son verilerek, yaşam hakkının elinden alınmasıdır.
Arkası kesilmeyen cinayetlerin, savaşların, çatışmaların, sıradanlaştığı dünyamızda; tek tek ya da kitlesel olarak ölmek; doğal bir ölüme yenik düşmeden terki diyar etmek, yaşamların trajik bir sonla noktalanmasıdır. İnsanın; ölümlü başka bir insanın elinden ölmesi ya da ölümün elinden ölememesi gibi bir ikilemle karşı karşıya kalması… İnsanın seçim yapma şansının olamaması… Bu gidişle bu topraklarda ölümün elinde ölmek nerdeyse şans olarak görülecek.
İnsanların toplu kıyımlarına, kentlerin harabeye dönüştürülmesine tanık olmak, belleklerde hasara neden olmaktadır. Yaşananların hafızası olan bellek aynı zamanda canlı tarihtir. Dolayısıyla yaşananların tanığı olanlar geleceğe hafızasına kaydettiklerini aktaracaktır. Duygu, düşünce ve derslerle birlikte yansıyan bellek; gelecek kuşakları tarihin yüküyle yüzleştirecektir. Arşivlerde unutulan, hatta arşivlere girememiş yaşanmışlıklarla karşılaşan yeni kuşaklarda nasıl bir ruh hali oluşacaktır?
Zamansız kaybedilenlerle nelerden yoksun kalındığı belki hiç anlaşılmayacaktır. Kaybettiğimiz kişilerle nelerden yoksun kaldığımızı bilemeyiz. Ama zamanı geriye çevirmek mümkün olamayacaktır. Çünkü “an yaşanan zamanda anlam ve değerini kazanır”. Geçmiş zaman bir kez bile geriye döndürülemez, durdurulamayan bir akış içerisindedir. Tekrarı mümkün değildir. Ders çıkaramayanlar tekrar eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.