Gisgis kabartmasına yolculuk…
Şair arkadaşım Nezir’le Gisgis köyünden çıkıyoruz, baharın yakıcı güneşi altında kuzey tarafındaki dimdik dağı tırmanıyoruz. Ne kadar zaman yürüdük, kaç defa durduk dinlendik hatırlamıyorum. Daha gencecik yaşlarda hayatının önemli bir kısmını cezaevinde geçirmiş olan Nezir’in durumu benden kötü, şapkası olsa da bir türlü güneşten korunamıyor, bulduğu ilk ağacın altında bir süre dinlenmeden yoluna devam edemiyor. Hep geriden izliyor Nezir, nihayet en dik kayalığın olduğu yere geliyoruz. Köylülerin tariflerine göre bir bu yana gidiyoruz, bir o yana. Ne kadar dik, yüzeyi düz kaya, taş kütlesi varsa ki hemen hemen tamamı öyledir, bir bir inceliyoruz, Gisgis kabartmasından iz yok. Bir ara incelediğim, “Assurlular Dicle'den Toroslar'a Tanrı Assur'un Krallığı” isimli kitabın son sayfalarında gördüğüm kabartmadan eser yok. Tırmanamadığım bir çok kayanın fotoğrafını uzaktan çekiyorum, inceliyorum, kabartmadan tek bir iz bile yok. Gün batmadan köye dönecektik ki genç bir keçi çobanıyla karşılaşıyoruz, onun tarifi üzerine yeniden kayaya yöneliyoruz son bir hamleyle, arka taraftan en tepeye çıkıyoruz defalarca altından geçtiğimiz kayanın yanına geliyoruz, dikkatlice bakınca kabartmayı görüyoruz…
*
Güneydoğu Toroslar’ın Karacadağ’a, memleketin en verimli ovasında her geçen gün biraz daha çoğalan, biraz daha yükselen ufuk çizgisindeki Diyarbakır’a bakan güney yamacındaki bir kayanın üzerinde yer alan kabartma, aradan geçen bin yıllara rağmen muhteşem görünüyordu. Doğal yollardan bozulmuş bir iki yer hariç hala sapa sağlam kalmış Gisgis kabartması, binlerce defa yağan doluya, kara, yağmura, çıkan fırtınaya, düşen sayısız yıldırıma rağmen günümüze kadar gelmeyi başarabilmiş. Kabartmanın doğal olaylardan korunmuş olması mucize olsa da bana sorarsanız esas mucize insan felaketinden korunmuş olmasıydı. Sanırım bunda en çok Gisgislilerin payı var. Belli ki köylüler, topraklarının, evlerinin, canlı cansız tüm varlıklarının koruyucu gücü gibi onları en tepeden gece gündüz izleyen, onlarla birlikte var olmaya devam eden kabartmayı korumuş, kollamış her türlü talandan. Gisgis kabartmasının korunmuş olması Gisgis köyünün, geçmişten gelen aydınlık yüzünün, tarihe saygının, kültürel değerlere sahiplenmenin bir ifadesi olarak gördüğümü söylemeliyim, büyük ferasetine bağlamalıyım…
*
Ne tarihçiyim ne de arkeolog, sadece ilgim var tarihe, geçmişe. Ellimden gelse dünyanın tüm tarihi eserlerini, mekanlarını görmeyi, onlara dokunmayı, atmosferlerini yaşamayı isterdim, dünyayı daha iyi anlayabilmek, daha fazla dünyalı olabilmek için. Bizi var eden, bugüne getiren, bundan sonrası için ise yol gösterici olacağına inandığım tarihe saygı, kendimize saygıdır, geleceğimize saygıdır. Sadece saygı değil kendimizi anlamaya, hayatımızı anlamlandırmaya, dahası kimliğimize, kişiliğimize dair daha sağlam bir görüşün sahibi olmaya da yardımcı olabileceğine inanıyorum. Dünyanın en nam salmış tarihçilerine, tarih konusunda en çok hikaye yazmış, en fazla yorum getirmiş tarihçilerine kulak versek de günün sonunda kendi tarihimizi kendimiz yorumlamak, yazmak, örneğin Gisgisli keçi çobanının kabartma hakkındaki bilgece anlatısını gözardı etmemek zorunda olduğumuzu bir an bile aklımızdan çıkartmamalıyız. Biz, yeryüzünün varını yokunu talan eden, insanlık tarihinin her türlü değerini çalıp çırpan İngilizlerin, Fransızların, bilmem hangi sömürgeci devletin aklıyla hareket edemeyiz, onların baktığı yerden bakamayız dünya tarihine, dahası dünyanın hiçbir yerindeki hiçbir işgalci, sömürgeci devletin baktığı yerden bakamayız, özellikle de kendi tarihimize. Onların tek derdinin kâr ve sömürü olduğunu, iktidarlarını korumak, kollamak olduğunu, hatta bizim gibi dünyanın her bir yanında halen var olmaya devam eden kadim yerel halkların kendi tarihlerinden aldığı özgüveni yok ederek teslim almak olduğunu asla unutmamalıyız. En önemlisi dünyanın hiç bir üniversitesi kendi devleti ve ulusunun çıkarlarını bir yana bırakan, hakikate sadık, maddi gerçeğe yakın, tarafsız bir yorum getirebileceğini düşünmemeliyiz...
*
British Müzesi’nde yer alan binlerce Asur kabartmasını, heykelini gördüm, onlara yakından bakmaya, onları anlamaya çalıştım günlerce. Hiç biri Gisgis kabartması kadar bana yakın, anlamlı gelmemişti. Asur’un kabartmalarına bakarken özellikle Malatya’da, Samsat’ta, Maraş’ta ve bölgenin daha bir çok Mitani, Huri, Urartu kentinde yaptıkları soykırımı, üst üste yığdıkları kelleleri, esir aldıkları insanlara yaşattıkları dehşeti, akla hayale gelmeyen işkenceleri, bölge halkına salmak istedikleri tarifsiz korkuyu hissettim, İŞİD’in gerçekleştirdiği vahşetle göz göze gelir gibi oldum adeta o devasa müze salonunda. Gisgis kabartmasında bu yok, daha çok barış havası var. Dahası Gisgis kabartmasının Asur kabartmasından çok, Urartu kabartması gibi geldi bana, üstelik günümüzde bile hava, su kadar ihtiyaç duyduğumuz barışın sembolü, komşular arasındaki hoşgörünün, sınır boylarındaki selamlaşmanın hikayesi gibi algıladım kabartmadaki tasviri. Tanrı kralların güvencesindeki barışı müjdeleyen, kendi topraklarında kaygısız, korkusuz yaşamayı halka duyuran, anlatan bir hikayenin tasviri gibi geldi bana. Şair arkadaşım Nezir’in de benzer yorumu beni daha da rahatlattı, daha bir cesaret verdi aklımdan geçenleri yazmaya. Belli ki bu kadim toprakların kadim insanları kanlı savaşlara, akıl almaz kıyımlara rağmen barış içinde yaşamayı, iyi komşular olarak yollarına devam etmeyi bir zorunluluktan öte, bir tercih olarak benimsemişler, bu durumun kalıcı olması için de düşüncelerini, hayallerini, günün sonundaki hikayelerini taşlara, dağlara kazımışlar. Biz neden bunu yapmayalım ki…
Gisgis kabartması.
Gisgis kabartmasının bire bir çizimi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.