DOĞANIN DİLİ ŞİİRSELDİR
Klan ve kabile yaşamının sürdüğü dönemlerde, insan doğayla iç içe yaşıyor ve kendisini doğanın bir parçası olarak görüyordu. Toplumun gelişmesine yön veren bilgeler ve kâhinler aynı zamanda dönemin ozanlarıydı. Toplumun hafızası da sayılan bu bilge anlatıcıların kullandığı dil şiirseldi. Doğayı, savaşları, kahramanlıkları, aşkları şiirsel bir dille anlatırlardı. Bu anlatımlar kuşaktan kuşağa aktarılır ve dinleyenler üzerinde büyülü bir etki bırakırdı.
Kutsal kitaplarda da; “Başlangıçta söz vardı” diye geçer. Bu sözler şiirseldi. Mitolojilerin anlatım dili de şiirseldi. İnsanın doğayla arasındaki ilişkide şiirsel bir iletişim kurulmuştu. Bu yüzden insanın doğaya uyumu bir bütünlük oluşturuyordu. Doğanın gücünün farkında olan insan; aynı zamanda doğanın renklerini, seslerini ve zenginliğini keşfederek, bunu diline de yansıtmasını bildi. Sözle ve yazıyla da dile gelen bu zenginlik, şairlere farklı bir güç kattı. Duygularını, düşüncelerini, doğanın zenginliğiyle bütünleştiren; doğanın baskın gücünden esinlenen şairleri, şairlerin sözlerini ve şiirlerini etkili ve kalıcı kılarak ölümsüzleştirdi.
Sözün; bu şiirsel, büyülü gücünü keşfeden Mezopotamyalılar, Sümerliler, Mısırlılar; ve antik Yunanlılar mitolojilerini, edebiyatlarını; şiirsel tarzda anlattılar, yazıya geçirdiler.
Yunan mitolojisinde, bir tanrı olan Prometheus insanın katlanamayacağı acılara katlanır. İnsan olan hiç kimse Eros kadar tutkuyla sevemez, Zeus kadar iyi ve kötü olamaz. Ölümsüzlüğü arayan Gılgamış, insanlık için bir arayış içinde, evrenlere yolculuk yapan, evrenin gizemini çözmeye çalışan, bilgeliğin peşinde koşan bir kahraman ve aynı zamanda bir şairdir. Prometheus’da bir şairdir. Sözleri edebiyat tarihine damgasını vurmuştur. Zeus’tan ateş gibi söylediği sözleri de insanlara armağan etmiştir.
Mitolojileri anlatanlar ya da yazanlar sözün büyüsüne inanıyorlar, insanlar üzerindeki etkisinin farkındaydılar. Doğayla uyumlu olan, doğayı anlamaya çalışan bu dönemin insanları ve uygarlıklarının, doğayı yok etme, onu kirletme, dengesini bozma gibi bir eylemi yoktu. Dolayısıyla insan doğayla barışık yaşıyordu.
Bu dönemde sanatlar henüz kendi dallarına ayrışmadığından; şiir ile din, bilim ile büyü, şarkı ile dans iç içeydi. Bu iç içe durum, tarım toplumuna geçiş dönemine kadar devam etti. Tarım toplumuna geçiş süreciyle birlikte, sanat dalları da birbirinden ayrışmaya başladı.
Şair doğanın dilini konuşuyor, o dönemin insanları da bu dili iyi anlıyorlardı. Zamanla doğadan kopan insan hem bu dile hem de doğaya yabancılaşmaya başladı. İnsan, özellikle son yüzyıldan sonra; gün geçtikçe doğanın dilini unutmaya ve bu dilden uzaklaşmaya başladı. İnsan artık doğayı da anlamaktan uzaklaşarak ona yabancılaştı, anlaşılmayan bir dili konuşmaya başladı. Global dünyanın daha fazla kar mantığıyla işleyen sistemi; doğayı yağma ve talana açtı. Doğayı kirletme ve yok etmeyle karşı karşıya bıraktı. Adeta can çekişir hale gelen doğanın gizemli, büyülü sesi de artık duyulamaz oldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.