Demir parmaklıklar beynimiz
Bazen acıyoruz kendimize.
Demir parmaklıkların ardındaki tutsaklardan daha umutsuz bir ruh halini yaşıyoruz. Öyle sağa sola dönerek çırpınıp, ortalıklarda dolanıyoruz.
Mutlu değiliz, mutlu değilsiniz, mutlu değiller...
Yaşamın kısır döngüsünde, kendi eksenimizde dönmekten bile aciz bir durum sergiliyoruz.
Mutluluğu ne parayla ne de herhangi bir değer ölçüsüyle satın alamıyoruz.
Ruhumuzu güzelliklerle doldurmak isterken birden boşluğa düştüğümüzü görüyoruz. Tatsız tuzsuz düşüncelerle hayatımızı kendimize zehir zemberek etmeye çalışıyoruz.
Günün ilk ışıkları doğduğunda o kadar yorgun uyanıyoruz ki, sanki hastane koğuşlarında herhangi bir organı için nakil bekleyen hastalardan, daha hasta, daha yorgun, daha bitkin ve daha ümitsiz bir ruh hali içinde oluyoruz.
Bazen bir mercimek çorbasının sıcaklığında, bazen limonunu çok sıktığımız salatanın ekşiliğinde, yüzümüzü şekilden şekle vererek kapı komşumuza bir günaydın demeyi bile çok görüyoruz.
Bazen konuşmalarımızı yarım yamalak sürdürürken, bazen sevdiğimiz bir şarkının mısralarında kendimizi bütünleştirip, olanca coşkunluğumuzla adımlarımızı hızlı hızlı atmaya çalışıyoruz.
Neden?
Neler oluyor bizlere?
Bu girdaplarda boğulan ruh hallerimiz neden?
Kendi benliğimizi bile tanımakta güçlük çekiyoruz.
Konuşup içimizi dökmek isterken, kelimelerin acizliğine uğrayıp, kaba ve kırıcı konuşuyoruz.
Susmak isterken kelimelerin suskunluğuna değil, vurgulardaki ahenklikle birden lal oluveriyoruz.
Yine etkilendim.
Bir anne, bir kadın, bir birey olarak insanların duyarsızlaşmalarından, vurdumduymazlıklarından, güçlüden yana olmalarından, zayıfı itip kakmalarından etkilendim.
İnsanların küçük küçücük kalplerindeki merhametsizliklerden etkilendim.
Bu şehirde çok değil, daha bir kaç gün önce dört ayrı noktada, hemen hemen aynı saatlerde, yaş sınırları birbirine uyan üçü erkek biri kadın olmak üzere dört insanın intihar girişimlerinde bulunmalarından etkilendim.
Sözüm ona sosyal medyada bu gençlerin uyuşturucu bataklığında oldukları ve parasızlıktan uyuşturucu bulamadıkları için intihar girişiminde bulundukları yazılıp söylendi.
Evet...
Günümüzün en kötü bataklığı uyuşturucu.
Gençlerimizin kolayca bu bataklığa düşüp bütün hayatlarını mahvetmeleri içinde bulundukları ruh hallerinin bir anki boşluğuyla olabiliyor.
Ama bu da unutulmaması gereken bir durum ki, uyuşturucu kullanan bireyler hiç bir zaman çaresiz değillerdir.
İsterlerse kendileri, aileleri ve AMETEM (Bağımlılık tedavi merkezleri) tarafından tedavi görüp sağlıklarına bir nebze bile olsa kavuşabiliyorlardır.
Parasızlık...
İşsizlik...
Kişinin ihtiyaçlarının karşılanamaması, kısacası yaşam savaşı bu tür etkenler bireyin ruh halini bozup, bireyi intihar eşiğine rahatça getirebiliyor.
Gençler, yetişkinler son çareyi intihar etmede bulabiliyorlar.
Daha bir kaç gün önce değil miydi?
Genç delikanlının biri cebine not bırakarak parasızlıktan, işsizlikten intihar ettiğini yazmamış mıydı?
Düşünsenize!
Toplumun farklı yaşayış tarzlarındaki insanların, bir yanda çok az bir nüfusun gençleri çok iyi okullarda, eğitim ve öğretimlerini sürdürürken, ellerindeki son model teknolojık haberleşme ürünleri, altlarındaki son model arabaları oyuncak gibi kullanabiliyorlar.
Markalı giyim ve oturdukları mekanların kalite ve gösterişinde içtikleri bir kahvenin bile asgari ücretle çalışan bir işçinin bir haftalık mutfak masrafını karşılarken aradaki eşitsizliğin emek değil, sadece aileden gelme bir zenginlikten kaynaklandığını kolayca görüp idrak edebiliyoruz.
İşte okumak isteyen bir çocuğun, gencin imkansızlıklardan dolayı iyi bir eğitim alamadığını,bununda toplumda ruhi bunalımlara rahatlıkla yol açtığına tekrar tekrar şahit olabiliyoruz.
Bir anne, bir kadın, bir birey olarak yine vicdanımla hesaplaşıp bu kadar eşit olmayan yaşayışların kurbanlarını düşündükçe içten içe kahroluyorum.
Susup sakinleşmeye çalışmıyorum,okuyucumlarımla paylaşmaya karar verdim.
Sevgilerimle