CHP Genel merkezine, tabana mektuptur!
CHP’de parti içi iktidar yarışının taşları mahalle delege seçimleri ile başladı. Yarıştaki kavga sesleri henüz mahalle aşamasındayken yüksek duyuldu.
Her seçim döneminde aynı şeyler oluyor.
Kaybeden grup kazanan grubu suçluyor.
Kazanan grubun sloganı ise belli;
‘Kaybeden ya da kazanan yok, kazanan partimizdir’ gibi gayet mütevazı! bir tarz takınmaları hiç de yabancısı olmadığımız bir ritüelin tekrarı olarak hayatımızdaki yerini alıyor.
Anti-demokratik yöntemlerin uygulandığı yönündeki şikâyetler Genel Merkez katlarına ulaştırılıyor. Şikâyet için İlçe ve il başkanlıkları tercih edilmiyor, çünkü onlar oluşacak yeni yönetim biçiminin temellerini kendilerine yarayacak şekilde şimdiden mahalle delegeleri üzerinden organize ediyorlar. Bu organizasyonların bir ayağı genel merkezde birileri ile bağlantılı mı diye soruyorsanız, değil deme şansım yok, desem de siz inanmazsınız.
Özellikle yerel iktidarların kazanıldığı il ve ilçelerde kıran kırana bir mücadele var ki sormayın gitsin! Bu yoğun çabayı verenlerin büyük çoğunluğu, yeni sürecin aktörleri arasında yer almak, önde olmak, yönetmek, protokolde yer almak, düne kadar omuz omuza yürüdüğü en yakınından bir iki adım daha önde olmak için yırtınıp duruyor. Bazen işe yarıyor, bazen de yaramıyor. Mahalle delegeliğinden ilçe, il ve kurultay delegeliği hayal edenler, kendilerine verilen sözler suya düştükçe, ‘söz uçar yazı kalır’ özdeyişine hayıflanır, ancak iş işten geçmiştir.
Neyse yani böyle bir süreç başladı, Nisan ayına kadar da böyle devam eder. Kazananın sadece kendi etrafındaki küçük grupla hareket ettiği gerçeği CHP’de geçerli bir yöntemdir. Sadece parti içi seçim dönemlerinde birbirlerini ‘sever’ gibi görünenlerin, amaçlarına ulaştıktan sonra gerçekçi davranma, parti neferlerinin sorunlarını çözme gibi bir gayret içinde olmasını beklemek doğal olarak saflık olur değil mi?
Zaten seçilmişlerin hiç birinin açtığınız telefona cevap vermelerini bir yana bırakın, 3-5 gün sonra da olsa dönme gibi bir sorumlulukları da yok. Hep bir yoğunluk içindeler, sürekli bir işleri vardır, sürekli telefonla konuşurlar, bu da meşguliyet süsü vermektir ki, karşılaştıklarıyla muhabbet etmesinler diyedir. Bu test edilmiş bir durumdur, iftira ya da suçlama değil. Sadece yöneticiler değil, Genel Başkanın yakınındaki danışmanlarda bu kategorinin unsurlarıdır. Tanık olduğum için söylüyorum.
İktidar değilken bu kadar yoğunluk içine kendilerini gark edenler, iktidar olunduğunda, ulaşılmaz olduklarında hiç şaşırmayacağız, hatta kızmayacağız, şimdiden bizi alıştırdıkları için belki de teşekkür edeceğiz!
Ben vazgeçtim, kimseyi aramıyorum, sadece izliyorum. Sosyal-demokrat, sol iktidar, bu yolda yürüyüş nasıl olur az çok biliriz. Bu izlediğimiz yürüyüş, bizim bildiğimiz, halkın/halkların beklediği yol yürüyüşü biçimi değil, ondan uzak bir yürüyüş biçimidir.
Başka alternatif yok, herkes mecbur gibi bir anlayışa aman kapılmayalım, geçmişte örnekleri var, SHP ve DSP bu ülkede iktidar oldu. Köşeye sıkıştırılan herkes/herkesim alternatiftir. Bugünkü iktidarın alternatifi sadece sol-sosyal demokratlar değil, kendi içinden çıkanlardır, doğru yapılmadığı için. O nedenle doğruları yapalım ki, alternatiflerimiz çok keskin olmasın, kesmesin! ‘Sen ben bizim oğlan’ anlayışı geneli kesmiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.