Zülküf Kışanak

Zülküf Kışanak

Botan suyunun can olduğu köy, Ozîm...

Botan suyunun can olduğu köy, Ozîm...

Birkaç yıl önce, Botan suyunun geçtiği Pervari’nin Bêdarê (Beğendik) beldesinden, bana dünyanın öbür ucundaymış gibi anlatılan Ozîm köyüne gidebilmek için dik toprak yoldan dağın sırtına doğru araçla tırmanıyorum. Oldukça zor gidilen daracık yolu yavaş yavaş tırmanırken, bir süre sonra saymaktan vazgeçtiğim dimdik yamaç boyunca bir sağa, bir sola vurup geçtiğim sayısız zikzakın sonundaki tepeye, geride bıraktığım vadinin tabanındaki Bêdarê’nin zar zor seçildiği zirveye ulaşıyorum. İnsanın aklını başından alan muhteşem manzarayı arkamda bırakıp sarp vadi boyunca yoluma devam ediyorum. Döne dolana yol aldığım uçurumun dibinde masmavi akan Botan suyunu soluma alarak adını bilmediğim sağımdaki heybetli dağın gölgesinde bir süre daha yol aldıktan sonra aniden sola sapan, beni tekrar Botan suyunun aktığı vadinin tabanına götürecek, tepeden bakınca daha da daralmış, daha da bozuk gibi görünen toprak yola giriyorum. Bu defa zikzaklar çize çize inişe geçtiğim yol, yüreğimi ağzıma getiriyor. Öyleki korkudan dizlerim titriyor, tuhaf bir şekilde nefes almakta zorlanıyorum, dönüşü olmayan yola girdiğim aklıma gelince de korkunun ecele faydası olmadığı düşüncesine kapılıp bir nebze de olsa rahatlıyorum. Hiç olmadığı kadar pür dikkat olduğum bir halde gittiğim, bir dağların zirvesine çıkan, bir Botan vadisinin derin tabanına inen zikzaklı yol bir türlü bitmiyordu. Dik yamaçları döne dolana epey yol gittikten, birkaç defa dağların zirvesine, birkaç defa da Botan vadisine inip çıktıktan sonra dağların sırtındaki uçsuz bucaksız yayla yerlerine vardım. İnsana güneşe yakınmış, Tanrı’ya yoldaşmış gibi hissettiren, etraftaki dağ silsilelerine tepeden bakan yayla yerlerinde daha fazla oyalanmadan, simsiyah bir yılan gibi yayla yerleri arasından kıvrıla kıvrıla beni son bir defa daha ineceğim vadiye, görebilmek için can attığım Ozîm’e götürecek toprak yoldan devam ettim. Gün batımından hemen önce, vadinin tabanındaki kayaları döve döve yoluna giden Botan suyuna hakim dev bir terasın üstünde kurulmuş, her bir tarafı yeşillik, iki katlı taş evlerin hakim olduğu köye, Ozîm’e nihayet vardım...

*

Ozîm (Gümüşgören) köyü, şimdiye kadar en zor varabildiğim, en tehlikeli yolları aşarak gidebildiğim, gülistanımın kalbi Botan'ın saklı gül bahçesi, yüksek dağların, derin vadilerin doğanın ahengi içinde buluştuğu bir yer. Ne zaman, kim tarafından kurulduğu bilinmeyen Ozîm köyü, henüz yolların gitmediği kervanların geçmediği çatışmalı ortamın yoğun yaşandığı doksanlı yıllarda bölgedeki birçok köy gibi boşaltılıyor. Uzun yıllar sahipsiz kalan, zaman içinde evleri, tarlaları, bağ ve bahçeleri tahrip olan köyün sakinleri dört bir tarafa dağılıyor. O yıllarda köyünü bırakıp ailesiyle birlikte Çukurova’ya göç etmek zorunda kaldığını öğrendiğim, etrafa aydınlık saçan mavi gözlü, beyaz tenli, halinden yaşı bir asra dayanmış olduğu belli dünya tatlısı Ozîmli bilge bir kadının, kısa bir selamlaşma, kısa hal ve hatır sorma muhabbettinden sonra dağların gelini Ozîm’i, Botan’ı, dağları soruyorum, Kürtçe, “Ozîm, cennetimizdir. Botan ise bu cennete hayat veren nehirdir. Dağlar ise bizi aşılması zor korunağımızdır. Ne diyeyim. Gördüğün bu dağlarda ayağımın değmediği bir yer kalmadı. Hatta Botan suyunu geçmişliğim, şu karşıdaki en yüksek dağı bile aşmışlığım var. Şimdi ise evden dışarıya adım atamıyorum. Yaşlılık zordur, zahmettir. Aslında o lanet Çukurova yedi, bitirdi beni. Neyseki köyümüze döndük, toprağımıza kavuştuk, buna da şükür…” demesi, bitmeyen neminden, sonu gelmeyen sivrisinek ısırmalarından, boğucu bataklık kokusundan geçilmeyen Çukurova’da yaşamış, en güzel yıllarını yokluğun, yoksulluğun dibe vurduğu el memleketinde geçirmiş biri olarak içimi burktu, yaşadığı acıyı yüreğimde hissettim, boğazı düğümlenmiş olarak köyde dolaşmaya devam ediyorum…

*

Bir kolu Müküs’ten, bir kolu Çatak’tan, bir kolu ta Faraşin yaylasından çıkıp geldiği, en yüksek dağları yara yara, en sert taşları aşındıra aşındıra kendine yol açıp geçtiği Botan suyunun can olduğu, hayat verdiği dört tarafı yüksek dağlarla çevrili derin bir vadinin içinde yer alan Ozîm köyü, bölgede kendine yetebilen, üzerinde yaşayanları doyurabilen yerlerden biri. Özellikle doğanın var gücüyle canlandığı, envai çeşit çiçeğin, börtü böceğin birbirine karıştığı, her bir köşesi ayrı bir doğal güzellikte, ayrı bir renk cümbüşünde buluştuğu yaz aylarında, illaki Temmuz ayında köyü dört bir yandan çevreleyen bağ ve bahçeler, ekin yüklü tarlalar vadiyi adeta bir cennet haline getirmiş, kutsal kitaplarda anlatılan cenneti canlı kanlı yaşıyorum. Bir zamanlar zorla sürüldükleri, yokluk ve yoksulluk içinde yaşamaya mahkum edildikleri metropol kentlerdeki yabancılaşma korkusundan, el memleketindeki gelecek kaygısından uzak, kendi topraklarında, kadim kültürleri ile büyüyen çocukların köyüne, dahası çocuk sesinin özgürce yükseldiği, Kürtçe kilamların Botan vadisi boyunca yankılandığı, en güzel govendlerin hayat bulduğu Ozîm’e, bakir topraklara, kadim kültürün kalbine gitmiş olmanın verdiği hazla, başka bir zamanda, daha özgür günlerde gitme, yeniden yaşama dileğiyle ayrılıyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zülküf Kışanak Arşivi
SON YAZILAR