Ben sevgili dayımı Türkiye önemli bir değerini yitirdi
Ölüm; hayatın ötesi, ayrılığın ebediliğidir. Sevgili Dayım Nurettin Değirmenci ardında iz bırakarak aramızdan ayrılıp gökyüzündeki yıldızlara katıldı.
Ölenin ardından yazı yazmak zor. Ölen yakın bir tanıdığın, hele bir de çok sevdiğin biri olunca bu daha da zor. Ama zoru aşıp dayımı yâd etmeye çalışacağım.
8 Martta kendisiyle yaptığım telefon görüşmede nasıl olduğunu sormuş ve “İyiyim desem yalan söylemiş olurum yeğenim” cevabını almıştım. Doktorların kemoterapi önerdiğini, kendisinin ise kabul etmediğini söylemişti. Çok sürmedi, 28 Mart 2019 günü amansız dert onu hayattan koparıp aldı.
Vefatını duyunca kardeşim Ali Haydar’la birlikte hemen İstanbul’dan Mersin’e hareket ettik. Mersin’e vardığımızda Mezitli’de Dayımın evinin bulunduğu sitenin içerisinde yer alan cafe’de birçok il ve ilçeden gelen akraba ve tanıdıklarla buluştuk. Karşılıklı başsağlığı dileklerinde bulunduk. Acılarımızı paylaştık. Öğlen vakti sitenin yakınındaki camide cenaze namazı kılındı. Kadın erkek hep birlikte saf tutuldu. Ardından cenaze arabasıyla mezarlığa varılıp omuzlarda çiseleyen yağmur altında sevenlerinin gözyaşlarıyla son yolculuğuna uğurladı. Mezarına iki kürek toprak atmaktan başka elimizden bir şey gelmedi. Hayatın ötesine gidişinin burukluğu karşısında çaresiz kaldık. Taziyesinde kadın erkek hep birlikte cafe’de oturup yasını tuttuk.
Nurettin Değirmenci resmi kayıtlara göre 1951’de “tarihin hüküm sürdüğü, zamanın durduğu, tabiatın konuştuğu yer” Çermik (Diyarbakır)’te doğdu. İlk ve ortaokulu Çermik’te okudu. Dicle Köy Enstitüsü mezunlarından olan öğretmeni Aydın Önal’ın iyi bir okulda okuması gerektiğini aile büyüklerine önermesi üzerine Ankara’da kahvecilik yapan ağabeyi Veyis’in yanına giderek Gazi Lisesi’ne kayıt yaptırdı. Devamında İTÜ Elektrik Fakültesi’nde okumaya başladı. 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası devrimci düşüncelerinden dolayı bir dönem Selimiye Kışlasında tutuklu kaldı. Ben Ankara’da okurken, tutuklu kaldığı bu dönemde Niyazı Dayımla Şevkiye Nenemin kendisini ziyarete gittiklerini dün gibi hatırlıyorum. Bırakıldıktan bir süre sonra birlikte 1972 yılı yazında Çermik’e gidişimizi, üç dört gün Çermikli öğretmen ve gençlerle işçi köylü iktidarı, ulusal kurtuluş hareketleri, emperyalizm ve sosyalizm üzerine yaptığımız sohbetleri de çok iyi hatırlıyorum. Gidişimiz o zaman Çermik’te var olan devrimci hareketliliğe hız kazandırmıştı, çünkü o yüksekokul okumada ve devrimcilikte Çermik’te idoldü. Bu gidişimizin o günkü tanığı Kamil Sümbül vefatının ardından yazığı anma yazısında: “1972 yaz ayları böylece Çermikte gençlik, öğretmenler ve memurlar arasında sol ve sosyalizmle tanışma dönemi olmuştu” diye yazmaktadır.
Nurettin Dayım 1975’te okulu bitirdikten sonra 1976’te Elektrik Yüksek Mühendisi olarak İsmail Cem’in Genel Müdür olduğu dönemde TRT’de Vericiler Dairesi’nde (Ankara) üç yıl görev yaptı. Daha sonra buradan ayrılıp birçok yerli ve yabancı firmada çalıştı ve son olarak kendi firmasını kurdu, taşeron firma olarak çalışmalarını yürüttü. 1990’lı yıllarda çatışmalar nedeniyle çoğu firmanın çalışmayı göze alamadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da dağlarda gece gündüz çalışarak GSM operatörlerinin baz istasyonlarını ve televizyon verici kulelerini dikme işlerini yaptı.
Bazı insanların dünyası “paranın patron olup insanları köle ettiği bir dünyadır.” Dayım her şeyin parayla ölçüldüğü böylesi bir dünyanın renksiz, kıskanç ve bencil fertlerinden olmadı. 2000 yılında oğlum Ozan’la birlikte taşeron firma olarak Türkmenistan’a gittiğinde yüklenici firma yetkilisi kendisinden rüşvet isteyince vermeyip, iflas pahasına geri döndü. Paraya köle olmadı, rüşvet verip dünyalığını arttırmadığı gibi, kalktı sayılarla, yüzdelerle Rüşvetin Adı Matematiğin Dili adında bir kitap yazdı (Bulut Yayınları, 2001, İstanbul). Sonrasında rüşvetin boyut ve biçimlerini sürekli dile getirmeye çalıştı hep. Bir yıl önce bana yazdığı bir mektubunda: “Günümüz Türkiye’sinde, haraç, örgütlü biçim almıştır. Her yönetici, kendisini ilgilendiren konuda toplanan haraçtan payını bekliyor” diye yazmıştı. (19/5/2018)
Türkmenistan’ın ardından sarsılan maddi durumunu birazcık düzeltmek için 15/7/2005 tarihinde ABD’nin işgali altında bulunan Felluce ve Ramadi’de elektrik santrallarını yeniden kurmak için Irak’a gitti. Irak’tan döndükten sonra yaptığımız sohbetlerde; “Amerikalı askerlere asker demek için bin şahit ister; bunların hepsi, bir mühendis, bir sağlıkçı, bir öğretmen, her türlü yetenekleri var” deyip, ABD’yi iyi tanımadan ona karşı verilen mücadelenin başarı şansının olmadığını söylüyordu.
Irak’ta bulunduğu zaman diliminde yaşadığı ve gördüğü şeyleri günlük tutarak kayıt altına aldı ve bu günlüklerin bir kısmını da internet üzerinden benimle paylaştı. Irak’tan bana gönderdiği ilk günlüğünde: “Saat 13’de rehberim geldi. Kendisi, insanlarla barışık güler yüzlü kibar bir insan. Onunla Bağdat’ı dolaşmaya çıktık. Rehberim, ‘Amerikan devriyeleri geliyor’ dedi, kenara çekildi ve yavaşladı. ‘Devriyeler, 100 metre yaklaşanı vururlar’ diye açıklama yaptı. Önce, Saddam’ın, görkemli törenler düzenlediği alanı ve tesislerini izledik. Kocaman çapraz kılıçlar gözüküyor. Bu çapraz kılıçlar altından önce kahraman, yenilmez ve ortalıkta gözükmez Cumhuriyet Muhafızları geçerdi. Hey gidi günler hey! Sonra, yapay göller ortasına kondurulmuş Saddam saraylarını uzaktan izledik. Ne görkemli saraylar! Saddam’ın, şu anda bu saraylardan birinin mahzeninde turşusu kuruluyor. Saddam, bu dünyadaki lüks saltanatı ve sarayları kaybetti, benzerlerine öte dünyada sahip olsun!” (16/7/2005)
Dayım, okuma ve yazmayı seven biriydi. Gezdiği, gördüğü yerleri, karşılaştığı önemli olay ve şeyleri günlük notlar tutarak hep yazıya dökerdi. Gezerken çantasından kitabını ve bilgisayarını hiç eksik etmezdi. 15/72005 - 6/12/2005 tarihleri arasında tuttuğu Irak Günlükleri ilginç ve esaslı bilgiler içermektedir. Bu günlüklerin kitap olarak basılması halinde Ortadoğu üzerine yazılmış çok önemli bir kaynak eser gün yüzüne çıkmış olacaktır. Cem ve Ceren’e bu kitap olayını düşünmelerini öneririm.
Günümüzde, “ezber” olayı Batı’da bilinmeyen; İslam ülkelerinde ise tartışılmayan bir konu olduğu için, bilimsel, sağlam bir temele oturtulmadan anlaşılacağına da pek inanmadığından bu konuda yaptığı bir çalışmayı 1996 yılında kendi imkânlarıyla Eleştirel Düşünce ve İslam adıyla kitaplaştırdı. Kitap basılmadan önce dosyayı okumuş ve düşüncelerimi bir mektupla kendisine iletmiştim. O mektubunum bir yerinde şunu yazmışım: “Dinlerin ortaya çıkışı, evrimi ele alındığında; insani değerlerin oluşturulması, toplumsal yaşamın kurallarının belirlenmesi gibi önemli işlevlerinin de olduğunu unutmamalıyız. Bunları ‘yok’ saymak bizleri yanılgıya götürür. Dinlerin tarihinde kan, gözyaşı, acı, savaş, talan, yıkım, vahşet vs. olayın bir yanı. Tamam. Ama diğer yanında da insan hümanizmi yok mu? ‘Tanrı zalimler için vardır’ sözü boşuna mı söylenmiştir.” (27/07/1995)
Yerel tarih ve yaşadığımız bölgenin sosyolojik durumu hakkında araştırma yapmamı isterdi benden. Kendisi bu istemine uygun davranarak; “İnsanların, yaşadıkları topraklardaki nesne ve hareketleri kaleme almaları gerekir” deyip, 1960’lı Yıllardan Bir Kesit: ÇERMİK adlı kitabını yazdı (Bulut Yayınları, 2002, İstanbul). Ardından da, 2002’de Gördüklerim Düşündüklerim adlı kitaba imza attı (Bulut Yayınları, 2002, İstanbul).
Kitaplarının bazılarının düzeltme işini ben yaptım. Kitapları yayınlanmadan önce içerik ve biçimine dair tartışmalarımız ve yazışmalarımız da oldu. Örneğin, kitaplarında eski Yunan düşünürlerinden fazla alıntı yaptığını, bunun yerine kendi özgün düşüncelerinin yazmasının daha iyi olacağını söylerdim. Dayım, “Müslüman ülkelerden düşünür çıkmaz” düşüncesindeydi ve Müslüman ülkelerin geri kalışının nedeni de “ezber” bilgilerden ve dinden kaynaklandığını düşünürdü. Ben, bu düşüncelerine katılmaz, geri kalmışlık olayının çok boyutlu bir olay olduğunu söylemeye çalışırdım. Hatta tartıştığımız bu konu ile ilgili düşüncelerimi özetleyen “Müslüman Ülkelerden Neden Düşünür Çıkmıyor?” başlıklı bir yazımı sonradan Bilim ve Gelecek Dergisine gönderdim (Ocak 2006, Sayı: 23).
Nurettin Değirmenci-Müslüm Üzülmez “Rüşvetin Adı Matematiğin Dili” dosyası üzerine sohbet ederken.
Dayım kendisine özgü bir insandı. Yetenekleri ölçüsünde doğayı, insanları anlamaya ve anladıklarını da anlatmaya çalıştı hep. Davranışları ölçülü ve tutarlıydı. Bir mühendis olarak sayılarla ifade edilmeyen şeylerin tartışmaya açık olduğunu, tanımlı kavramlarla düşünülmesi gerektiğini, topluma doğrudan bir yararı dokunmayan şeylerle uğraşmanın faydasız şeyler olduğunu söylerdi. İyi bir mühendisti. Çalışkandı. Evrimci bir devrimciydi. Bilgi, üretim araçlarının gelişimi ve buna paralel üretimin artışı ile sermayenin oluşumuna önem verirdi. Az yer çok okur, az konuşur çok düşünürdü. Şimdi hepsi yalan oldu. Herkes ömrünce yaşar, herkes kendi acısını taşır, herkes kendi yasını tutar demekten başka ne diyebilirim ki… Ben sevgili Dayımı, Türkiye önemli bir değerini yitirdi.
Sevgili Süreyya, Ceren ve Cem başta olmak üzere tüm akrabaların, dostlarının, sevenlerinin başı sağ olsun. Başımız sağ olsun. Dayım, Kutup yıldızına yoldaş olsun.
Müslüm Üzülmez