Yüklü ibadet
“Harâbât ehlini hor görme sakın,
Defineye mâlik, viraneler var.”
Siz, isterseniz ona “deli” deyin. Her mahallede vardır onlardan biri, birkaçı! İşte o deli dediğiniz camiye girer, belli ki namaz kılacak, niyetlenmiştir.
Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır. Bir oraya, bir buraya her köşeye ve namaz vakti için hazır olanlara dikkatlice bakar ve hızla çıkar, gider.
Az sonra sırtında bağlanmış odun yükü ile tekrar girer camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar. Sırtındaki odun yüküyle güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan.. Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar.
Herkes kıpırdanmaya, söylenmeye başlamıştır bile. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar…
İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki: “Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”
Bunu duyan meczub; melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar “Âdetiniz böyle değil mi?” “Ne âdeti?!” der Hoca..
Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir konuşulanları!
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir yükü var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun?
Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!”
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der.. “Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..
Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler.
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf ve çocukça, heyecanla bağırır: “Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı. Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”
Sonra iki elini yanlarına salıp başını sallar ve umutsuzca; “Boş yok, boş yok hiç!” diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar! Aynen doğrudur dedikleri çünkü; Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..
Döner hocaya, der ki: “Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!”
Meğerse hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda… “
Bu mesel gibi veli sözünü niye mi baştan sona yazdım; şöyle.
Namaza birlikte saf tutmuş şehrin çarşısından birbirini iyi tanıyan iki hemşehri. Namaz bitmiş eller yukarı açılmış, işi çok da iyi gitmeyenin yanındaki hayli varlıklı olan yanındakinin de duyabileceği sesle; “Allahım ver, daha çok ver, ne kadar verebiliyorsan ver” diye yakarmış. Bunu duyan yanındaki elinin tersiyle olanca gücüyle basmış tokadı ve “ulan yetmez mi, Allah gözünü doyursun, sen isteyince bize bir şey kalmıyor” demiş...
Kıssadan hisse: Yükten arınmak mı dediniz.
Eylül 2020 Diyarbekir
Şeyhmus Diken
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.