Ali Haydar Üzülmez

Ali Haydar Üzülmez

NEDEN ORTA DOĞU?

NEDEN ORTA DOĞU?

Lanetli topraklar olduğu için mi,

Verimli topraklar olduğu için mi,

Yeraltı yerüstü kaynakları zengin olduğu için mi,

İklim koşulları uygun olduğu için mi,

Medeniyetin/Uygarlığın beşiği olduğu için mi,

O coğrafyada yaşayan toplumların siyasal, sosyal, kültürel sosyolojik yapısına uygun olduğu için mi?

Soruları uzata biliriz.

Soru şu: Neden tüm peygamberler ve üç semavi din Orta Doğu’dan çıktı?

Bunda bir terslik, tuhaflık yok mu? Yalnız Orta Doğu’da yaşayan insanlar veya kabileler mi peygamberlerin ve üç semavi dinin gelmesine ihtiyaç duyuyorlardı? Yalnız onlar mı yalan söylüyor, rüşvet alıyor, hırsızlık yapıyor, hak-hukuk tanımıyor; sapkınlık, eşcinsellik, zina yapıyorlardı? Yalnız onlar mı putlara tapıyorlardı? Soruları çoğaltabiliriz. Kısacası, peygamberlerin görevlendirilmesi ve vahiy dinlerinin oluşması için yalnız Orta Doğu coğrafyası insanları mı yoldan çıkmıştı? Böyle düşünürsek bu ne gerçekçi ne de inandırıcı olur. Avrupa, Uzak Asya, Afrika, Avustralya, Amerika kıtalarındaki, hatta kutuplardaki insanlar çok mu düzgün yaşıyorlardı? Onlar zina yapmıyor, yalan söylemiyor, hırsızlık yapıp rüşvet almıyorlar mıydı? Bu özellikler, tüm insanlar (toplumlar) için genel değil midir? Sonuçta hepsi insandır.Yoksa bunlar Âdem’in çocukları değil mi? Semavi dinler, yeryüzündeki tüm insanların Âdem’in çocukları olduğunu söyler. O zaman neden bu coğrafyadaki insanlar için Tanrı/Yaratıcı peygamberler gönderip onları uyarmadı ve semavi dinlere davet etmedi diye sormamız gerekmez mi?

Yoksa bu peygamberler ve vahiy dinleri doğrudan o coğrafyada yaşayan insanların mı ürünüdür?Biraz genişletirsek toplumlar, kendi inanç sistemlerini ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel, coğrafik koşullarına göre mi yarattılar? Bu inançlar kuşaktan kuşağa evrim geçirerek mi aktarıldı?

Önyargılarımızı bir tarafa bırakıp akıl ve mantık yürüterek bu sorunları hep birlikte biraz düşünmeye ne dersiniz?

Yok, “Ben düşünmek istemiyorum. Akıl ve mantık da yürütmek istemiyorum. Tüm bu olup bitenleri sorgulamak da istemiyorum. İman ediyorum, inanıyorum.” diyorsanız, benim buna bir diyeceğim yok. Size ve inancınıza saygı duyarım. O zaman sizsiz, soru sormasını sevenler olarak düşünmeye, akıl ve mantık yürütmeye devam edelim.

Yeryüzünde semavi dinlerin dışında farklı inançların olduğunu biliyoruz. Çin’de Konfüçyüs, Hindistan’da Budizm, Japonya’da Şintoizm, Anadolu’daki özgün Alevilik gibi… Bu inanç sistemlerinin peygamberleri yoktur. Kuramcıları vardır. Bunlar bilge, filozof insanlardır. Bu bilge insanların öneri ve düşünceleri, insanlar tarafından benimsenerek kutsallaştırılmıştır. Bu kişiler de kutsal, kıymetli kişiler olmuştur. İnsanlar için sunulan öneri ve düşünceler bu bilge filozofların düşünce ürünleridir. Bunlar gökten, yaratıcıdan vahiy aldıklarını söylememişlerdir. Çin’de 1 milyar 400 milyon, Hindistan’da 1 milyar 350 milyon, Japonya’da 120 milyon, Türkiye’de 20 milyon Alevi bu inanç sistemlerinin içindedir.

Asya’da bilgeler tarafından geliştirilen inanç sistemi ilkeleri; Orta Doğu coğrafyasında peygamberler tarafından vahiy yoluyla insanlara iletildi. “İletildi” diyorum çünkü peygamberler bu iletilerini kendileri adına yapmadıklarını, yaratıcı tarafından Cebrail ya da kutsal melek aracılığıyla vahiy edildiğini ve vahiy edilenleri, kendi topraklarına ve başka kabilelere olduğu gibi aktarmaları gerektiğinin de belirtildiğini söylediler.

Neden farklı coğrafyalarda farklı inançlar ortaya çıktı? Bunun cevabını aramaya çalışalım. Benim naçizane düşüncem şu: Coğrafyanın insanların yaşamında ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Mezopotamya Coğrafyası insan toplulukların, insanlığın gelişiminde, ilk yerleşim yerini kurmuş olmaları çok önemli bir yere sahiptir. Bitkileri, hayvanları evcilleştirerek Sümer, Akad, Asur ve Babil’in de içinde bulunduğu Mezopotamya’da site devletlerini kurmuşlardır. Site devletleri kurulunca inançlar da küçük soylardan, kabilelerden geniş topluluklara yayılmış, site devletlerinin içinde barındırdığı tüm kabileler adına da inanç, kendini kralın şahsında göstermiştir. Öte yandan bu coğrafyada fetihler, savaşlar sürekli var olmuştur. Büyük İskender’in kurmuş olduğu Makedon Krallığı, Pers, Roma İmparatorlukları, Mısır’daki güçlü firavunların (Mısır kralları) imparatorluğu bu coğrafyanın ürünleridir. Büyük dağın dumanı da büyük olur misali, bu imparatorlukların varlıklarını sürdürebilmeleri için büyük/güçlü üretime, muhteşem yapılara, büyük savaşlara, fetihlere dolayısıyla çok sayıda köleye ihtiyaçları vardı. Yine bu imparatorlukların kendi içinde birliklerini sürdürebilmeleri için baskı ve otoriteye, katı inanç sistemlerine de ihtiyaçları vardı. İşte tam da burada Mısır firavunlarının zulmüne ve sömrüsüne karşı Musa (Moiz), Bizans İmparatorluğu’nun baskı ve sömürürüne ve kendi inancının (Yahudilik) yöneticilerin elinde araç olmasına karşı İsa, geniş bir coğrafyada yayılmış olan Arapların ise Muhammed’e ihtiyacı vardı. Büyük diktatörlerin halkların üzerinde inanılmaz baskıları olduğu ve çok güçlü oldukları için halkların diktatörleri kendi başları üzerinden atması hiç de kolay değildi. Peki, nasıl kurtulacaklardı bu baskıdan ve zulümden? İşte burada kurtarıcılara, olağanüstü güçlere, inanca ihtiyaç vardı. Musa, köleleri arkasına alarak ve Yahova’nın elçisi olarak firavunların karşısına çıktı. İsa, Mesih olarak yoksulları arkasına alıp yönetici Yahudilere ve Bizans İmparatorluğu’na karşı durdu. Muhammed de tüm Arap kabilelerini kısa bir dönemde yanına alarak Allah’ın elçisi olarak Yahudilerin, Habeşistan Krallığı’nın (Etiyopya), Sasanilerin ve Bizans’ın karşısına çıktı. Mustafa Akkad’ın yönettiği, başrolde Antony Quinn oynadığı Çağrı filmi bu durumu filmin başında üç atlı sahnesi ile vermektedir. Atlılardan biri Habeş Kralına, biri Sasani İmparatoruna, biri de Bizans İmparatoruna gider.

Yukarıda bahsedilenlerden şöyle bir sonuca varabiliriz: Orta Doğu coğrafyasında insanların, güçlü imparatorlukların ve kralların zulümlerinden kurtulmak için manevi anlamda güçlü kurtarıcılara ihtiyacı vardı. Bu beklenti, bu coğrafyada aynı zamanda bir kültürdü. Muhammed öncesi ve sonrası dönemlerde yüzlerce peygamber adayının kurtarıcı olarak ortaya çıktığını biliyoruz. Peygamber Muhammed’in kendisinden sonra peygamber gelmeyeceğini, son peygamberin kendisi olduğunu vahiy etmesi, bu beklentileri sona erdirmek için değil midir? Demek ki bu coğrafyada insanlar örgütlenerek, bir araya gelerek, sorunlarını tartışarak, yöneticilerle yönetilenler arasında diyalog kurarak sorunları çözemiyordu. İnsanlar hep adalet ve bir kurtarıcı beklentisine giriyordu. Bugün de bunun devam ettiğini görüyoruz. Hep bir adalet istemi, Mesih’in, Mehdi’nin gelip insanları kurtaracağını bu coğrafyada görüyoruz. Demek ki peygamberlik ve semavi dinler bu coğrafyadaki insanların ihtiyacından doğmuş bu dinleri onlar var etmişlerdir.

Müslümanlıkta, çok sayıda peygamberin varlığı da aslında Semavi dinlere göre farklılık göstermektedir. Örneğin, İsrail oğullarının büyük kralları olan Davut ve oğlu Süleyman gibi birçok kral, Kuran’da peygamber olarak kabul edilmiştir.Oysa: Muhteşem Süleyman (MÖ 990-931):İsrail Kıralığının üçüncü kralıdır. Süleyman’ın babası Hz Davud ikinci, Yişay veya Yesse’de birinci kıraldır. Eski Ahit’te böyle yazıyor.

Yine, Eski Ahit’e göre birçok Yahudi önemli din adamı, Zekeriya, Yahya, Eyüp, Yakup vb. Kur’an’da peygamber olarak geçtiği için Müslümanlar tarafından peygamber kabul edilmektedir. Yahudi kavminin kral, din görevlisi kabul ettiği önemli şahısların Kur’an tarafından peygamber olarak nitelendirilmesi, Müslümanların da bunları peygamber kabul etmesi, çelişkili ve problemli bir durum değil midir? Bence problemlidir. 700 cariyesi, 300 eşi ve Harran’dan Suriye ve Lübnan’a kadar büyük toprakların sahibi (tiran) olan Süleyman (Muhteşem Süleyman); 100 eşi ve cariyesi olan Davut; Davut ile Süleyman’ın yazmış oldukları şiirleri ( ki bunların sayısı üç bin adet olarak kabul görür), düşünceleri ve tasvirlerinin toplandığı kitap olan Zebur, yine Kur’an’da 4. Kutsal kitap olarak vahiy edildiği kabul edilmiştir. Bu da çelişkili ve problemli bir durumdur.

Yeryüzünde, değişik kıtalarda, değişik coğrafi koşullarda insanların kümelendiklerini, zamanla bir araya gelip farklı uygarlıklar oluşturduklarını, oluşturdukları bu uygarlıklar içinde farklı inanç sistemlerini yaşadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. İnanç sistemleri, farklı coğrafyalarda tarihsel süreç içinde ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal ilişkilerin sonucunda ortaya çıkmış ve her coğrafyada kendine özgü bir hal almıştır. Ama bu inançların birçoğunun varlığı; sömürgecilerin elinde sömürü aracı olan Hıristiyanlıkla, Müslümanlar tarafından da gaza ve fetihlerle tehdit ve yok edilmiştir.

Her inanç, inananları için kutsaldır. Buna saygı göstermek gerekir. Hiçbir inancın diğer bir inançtan üstünlüğü yoktur. Uygar dünyada inananlara olduğu kadar inanmayanlara da saygılı olmak bir erdemdir. Erdemli olmak da tüm insanları sevgiye ve barışa götürür.

Sevgi ve barışla kalın.

Ali Haydar Üzülmez - İstanbul/Kadıköy/Göztepe - 07.05.2020

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Haydar Üzülmez Arşivi
SON YAZILAR