Kızımın bedduası, anektodlar ve yeni şiir kitabım!
Kızlarım büyüdüler, artık bize fazla takılmıyorlar! Dün eşimle On Gözlü Köprü, Kırklardağı turundan sonra, geldik Mardinkapı’da oturduk. Çay keyfinden sonra bir de ciğer yedik orada, muhteşemdi!
Dün onlarsız ziyafet çektik diye bugün de kızlarımız için Ofis’e, alışverişe gittik! Sonra önceleri daha sık gittiğimiz dönerciye gittik. Adamlar tanıdık oldukları için “vatandaş muamelesi” değil, basbayağı sevgiyle tanıdık muamelesi yapıyorlardı! Dönerlerin yanında ayranlarımız da geldi. Sisem dedi ki: Baba, biliyor musun? Beyin, gövde ağırlığının yüzde yirmisini oluşturuyor! Ben şimdi Lorin’in niye zayıf olduğunu biliyorum! Lorin’e resmen beyinsiz diyor, bela arıyordu. Lorin’in ağzı doluydu, daha yanıt vermeden ben konuştum. Sisem, kızım; şişkoluğuna gerekçe mi arıyorsun? Hep beraber gülüştük! Sonra yaşı küçük; boyu uzun kızım Lorin; ablası Sisem’e, inşallah ayranı üzerine dökersin, dedi. Ben ona ters ters baktığımda sesini kesti. Döner, turşu, ezme salatayı iştahla yerken, birden bakır kadehteki ayranım, uğraşsam öylesi zor olur, olduğu gibi üzerime döküldü. Büyük kızım Sisem; centılgirllük yapmış, açık ayranıma benim için pipet bırakmış! “Kurdo bısqılet!” Bizde aykırılığı, uyumsuzluğu vurgulamak için bu deyim kullanır: Kürt ve bisiklet; yani ne alaka! Benim pipetten haberim yok. Dolu çatalı ağzıma iştahla götürürken, pipete dirseğimin dokunmasıyla pantolonum, ayranı afiyetle içmiş oldu! Sandaletim bile bu hesapta olmayan içecekten payına düşeni aldı! Benim boyu uzun, aklı kısa kızım Lorin; sağını solunu bilmediği için, ablasına ettiği beddua, geldi beni buldu!
Bektaşi’nin lanet bir eşeği varmış! Bektaşi, hoşgörülü ve yumuşak kalpli ya, eşeği de bunu algıladığından hiçbir işe koşmuyormuş! Merhametten maraz doğar hesabı, yiyip içip keyif sürüyormuş! Bektaşi’nin canına tak etmiş! Ahırda eşeğin; o güzelim, verimli ineğe de dünyayı dar ettiğini görünce, bütün içtenliğiyle Allah’a yalvarmış: Tanrım n’olur bir an evvel bu melun eşeğin canını al; yoksa elimden bir kaza çıkacak! Ertesi sabah, o gözü gibi baktığı ineğini dışarı çıkarmak için ahıra girdiğinde bir de ne görsün? İneği ölmüş ve eşeğinin de ağzı kulaklarında! Beyninden vurulmuşa dönmüş! Dışarıdan bir çocuğu çağırmış ve sormuş: Eşek hangisidir, inek hangisidir? Çocuk ölmüş ineği göstermiş ve inek budur, demiş. Eşeği de göstermiş ve eşek de budur, demiş! Bektaşi; ellerini yukarı kaldırarak, Allah’ım sana ne diyeyim, demiş!
Dualı ve beddualı mesellerden söz açılmışken Ergani’mizdeki Zülküfül Dağına, ziyarete çıkmış bir garibanın hikâyesini aktarmadan olmaz! Erganili işsiz vatandaş, ellerini göğe açmış, Allah’a yalvarıyor. Yoksul ve zor durumda! Ekonomik durumunun biraz iyileşmesi için bildiği bütün duaları okuyor. O ara rüzgâr çıkıyor ve bizim garibanın ayağı da kaydığından yere düşüyor! Toz içinde kalan partal elbiselerini elleriyle silkelerken, gayet içten ve senli benli bir dille Allah’a serzenişte bulunuyor: Vermisen vermisen, niye beni itelisen? (Vermiyorsun vermiyorsun, niye beni itekliyorsun?)
Hani deniyor bütün dualar şu cümleyle özetlenebilir: Tanrım, ne olur iki kere iki dört etmesin! Bunu bildiğim halde, ben de dileklerde bulunuyorum, dua ediyorum. Yalnız kendim için bir şey istiyorsam Donald Trump olayım! Bütün insanların özgür, mutlu, huzurlu bir hayat sürmesi için dua ediyorum! Kötülüklerin ve kötülerin canı cehenneme! İki inat da bir murattır! Hiçbir canlı türünün incinemeyeceği bir hayatı inşa etme isteği ve kararlılığı olsun içimizde diyorum! Çocuklarımız; bizim maruz kaldığımız zalimliklerden ve alçaklıklardan uzak ve daha güzel, onurlu ve mert koşullarda yaşasın diyorum! Bunları diliyor ve yazıyorum! Bu dileklerime karşı olanlar, güzelliğe düşman yaratıklar; ellerinden ne geliyorsa yapsınlar! “Bu sayılı saçlarım ve tarağıma kadar!”
Eve gece gelmiştik. Pantolondaki ayran lekeleri kaybolmuştu. Sabah, geceyi unuttuğumdan aynı elbiselerle okula gittim! Bir baktım ki pantolonum belli belirsiz, beyaz lekelerle dolu! Dostlar arasında olduğum için anında fark edildi! Ercan Hoca, postmodern bir pantolon dedi. Salih Hoca, preneolitik pantolon, dedi. Tülay Hanım da dün sizi övdüğümde bana, başıma bir saksı bile düşse sizden bilirim, demiştiniz! Sonra sizi aradığımda, telefonuma cevap vermediniz diye korktum. Aha, hocamızın başına saksı mı düşmüş, dedim. Meğer pantolonunuza ayran dökülmüşmüş! Neyseki bunun benimle ilgisi yok! Ben gürültülü kahkahalarla gülerken Mesut Hoca, sesten rahatsızlığını dışa vurmak için, benim talihsizliğim Aydın Hocayla aynı oksijeni solumam, Aydın Hocayı duymamak için gözlük takıyorum, dedi. Ben de ona, ben bu duvarın uzunluğu kaç litredir desem olur mu, dedim. Söylediğim laf üzerine sözündeki boyut uyuşmazlığının ayrımına vardığından, gözlüğünü çaresiz çıkarırken, kendi düştüğü duruma acı acı, pis pis gülmeye başladı!
Okulda bazı belgeleri imzalamayı unutmuşuz. Orhan Hoca; Aydın Hoca, imza atmayı bilmez, o parmak bassın, dedi.
Zümre başkanlığı yapan sevgili kardeşim Yusuf; Aydın Hocam, zümre başkanımız sizsiniz! Ben de ona; Fatih Sultan Mehmet’in babasına: “Padişahsanız, gelin ordunuzun başına geçin! Ben padişahsam, size emrediyorum: Gelin, ordunun başına geçin!” dediğini aktardım. Yani kurtuluş yok, sen bilgisayardan anlıyorsun ve başkanlığa devam!
Menderes Hoca fırsattan istifade, benim yaşlılığımı, o dönemde yaşamışlığımı ima ederek: Aydın Hocam, ne güzel anlattı; Çünkü insan yaşadığı olayları böyle sahici anlatır, dedi.
İçkale’yi gezerken yüreğim burkulmuştu! Muhteşem surlar, yer yer yıkılmıştı! Surların bazı bölümleri de orijinallikle hiç ilgisi olmayan tarzda onarılmıştı! Bunlar, yeni ayrımına vardığım bir olay değil! Her gördüğümde yüreğime bir hançer saplanır! Bunları arkadaşlara anlatırken, Salih Hoca; uygar dünyada bir ağaç bile devrilse, onu oradan hoyratça kaldırmak yok! Yeni yaşam döngüsünde ormana katkısı bilindiğinden kimse karışmaz! Ejder Hoca hemen lafa atladı. Biz de öyle davranıyoruz. Bakın yıllardır devrilmiş Aydın Hocaya hiç dokunuyor muyuz?
Sevgili öğretmen arkadaşlarımın ömürleri uzun ve sağlıklı olsun diyorum. Hayatları; mahkeme duvarı gibi değil, mezar taşı gibi hiç değil; kahkahalar kadar içten ve güzel olsun diyorum. DİYARBAKIR-TÜYAP KİTAP FUARI’ndaki imzalayacağım YÜREĞİNİZİN KAPILARINI KIRACAĞIM şiiri vardı yazının sonunda. Yeni kitaba adını veren şiiri, 1 Eylül Dünya Barış Günü için önümüzdeki haftaya erteledim. Yüreğimin parolasıdır: Hiçbir canlı türünün incinmeyeceği bir hayat olsun!
YIKANMALI BARIŞ ŞARKILARIYLA DÜNYA!
Savaş isteyenler, ölümseverler/ Kına yaksınlar müsait yerlerine/ Kendilerini, savaş uçaklarına/ Tanklara/ Toplara/ Hangar olarak kullandırtsınlar!
Savaş İlkel uyaklı bir düzendir/ Rap, rap, rap, rap/ Ruhsuz ve kanlı/ Kahrolsun!
‘En güzel oğulların öldürülüyor hayat’/ Utansın dünya, eğer yüzü kalmışsa/ Ah ölüseviciler, pusucular, korkaklar!/ Vur patlasın, çal oynasınlarda!
Evet, barış şimdi ve her zaman/ Hayallerimizin bile kanatları yaralı!/ Ölümlerden ölüm de ‘beğendirseniz’/ Korktuğumuz için değil/ İnsan kalabildiğimiz için/ Yoksa yüreklerimizden nasıl çıkılır masallara?/
Nasıl çıkılır âşk ve mertlik destanlarına yoksa?/ Barış şarkıları da olmasa/ Tutunacak dalımız kalmayacak hayatta!/ Bu sönümsüz güneşin altında/ Savaştan daha kahredici/ Ne var ki başka!
Bir ölümsüz beşinci mevsime inancımız tam/Coşkulu kanatlar çırpmalı göğümüzde/ Barışın güvercinleridir mahşeri kalabalık/ Evet, şimdi ve her zaman birlikte/ Her kuş kendince öter/ Her insanın sevdiği şarkısı/Akort, hadi arkadaşlar, akort/ Tınılarımız dalların uç kısımlarında patlasın/ Çiçek özü serpilsin üzerimize yapraklarla/ Vaktidir dünya yıkanmalı bir özgürlük şarkısıyla!
Barışın şarkısı yaşamayı haykırır/ Muhteşem yeşil, yağmur ormanlarını/ Hadi arkadaşlar yan yana ve omuz omuza/ Vaktidir yıkanmalı barış şarkılarıyla dünya! AMED’İN KELEBEĞİ J&J YAYINLARI 2018
1 Eylül Dünya Barış Günü (ve yarınlar) için barış ve refah içinde, huzurlu ve mutlu günler diliyorum. Sevgiler, saygılarımla…
Aydın ALP Ağustos 2019
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.