GELECEK DOĞA VE TOPRAĞA BAKABİLMEKTE
İnsanın doğayla, toprakla ilişkisi, dostluğu kendisinin varoluş tarihi kadar eskidir. İnsan; varlığı ve neslinin devamını toprak ve doğaya borçludur. İnsanoğlu doğanın ve toprağın kanunlarını, zenginliğini, üretkenliğini keşfederek arasında kopmaz bir bağ kurmuştur. İnsan; varlığının şekillendiği başlangıçtan günümüze kadar varlığını sürdürdüğü bu tarihsel süreçte, toprağın ve doğanın kanunlarına, onunla kurulan ilişkiye, dostluğa sadık kalmıştır. Bu ilişkiye ihanet ederse; karşılığının acımasızca kendisine geri döneceğini de bilmiştir. Doğanın kanunlarında acıma yoktur.
Toprak; hep cömertçe, tüm nimetlerini başta insanın olmak üzere tüm canlıların hizmetine sunmuştur. Bu zemin bin yıllardır canlı yaşamın varlığı ve kaynağı olmuştur. Doğa korunduğu, kendisiyle barışık yaşandığı ölçüde cömertliğini sunmaktan geri durmamıştır. Ne zaman kendi denge ve kurallarına aykırı hareket edilmiş, o zaman da doğa tüm gazabını göstermiştir. Öfkesi de bir o kadar korkunç olmuştur. İnsan; bu gazaptan ancak gereken dersi çıkardığında yaşamını ve varlığını sürdürebilmiştir
Doğanın sunduğu bu yaşam zenginliğine, kanunlarına aykırı hareket eden, canlı varlıklar içerisinde sadece insan olmuştur. Doğanın en iradi varlığı olan insan; doğanın kurallarını çoğu zaman hiçe saymıştır. Doğaya çok zarar vermiştir. İnsanın umursamazlığı, bencilliği, her şeye sahip olma hırsı çoğu zaman trajik olayların yaşanmasına yol açmıştır. İnsanoğlu yaşadıklarından ders çıkarmadığı sürece aynı şeyleri tekrardan yaşamak zorunda kalmıştır.
Doğa ve toprak; insanın kahrını çok çekmiştir. Doğa ve toprağın insana sunduğu cömertliğin de bir sınırı vardır, bardağı taşırmak için şansını fazla zorlamaktadır.
Özellikle yüzyılımızın son çeyreğinde doğaya ve toprağa ihanet eden insan; hem kendini hem de doğayı ve toprağı aşırı kirletilmesi; toplumsal yaşamın ve doğanın dengesini bozmuştur.
Bir yandan dünyanın zenginlikleri pervasızca yağma ve talan edilirken; diğer yandan da savaşlar, göçler, açlık, yoksulluk dünyayı yaşanabilir olmaktan çıkarmaktadır. Bakir alanlar gittikçe azalarak, kullanılan kaynaklar hızla tüketilmektedir. Milyonların yaşadığı kentler bir beton yığınına dönüşmektedir. Yapılan birçok yanlış üretim sistemlerinden dolayı ortaya çıkan kirlenme; küresel ısınmaya yol açmaktadır. İklimlerin normal seyri değişmektedir. Bu kirlenme dünyamızı yeni bir buzul dönemine sürüklemektedir.
Doğanın renkliliğini ve uyumunu hiçe sayan ve ona yabancılaşan; her şeye hâkim olmak isteyen egemen güçlerin yok edici, kirletici, bencil, tüketici özelliği; doğanın ve insanoğlunun da dengesini bozmaktadır.
İnsan ilk ortaya çıkışında doğaya uyumlu olması onu nasıl yücelttiyse; uyumsuzluğu da onu yok oluşa sürükleyecektir. Bu yüzden bilim adamları tedbirler alınmasa gelecekte dünyanın yaşanamaz hale geleceğini söyleyerek; tüm devletleri ve insanlığı uyarmaktadırlar. İnsanoğlu doğduğu ve yaşadığı zemini kendi bilinçsiz ve umursamaz tavrıyla; kirletmekte ve yok oluşa doğru sürüklemektedir. Doğanın yok oluşu aynı zamanda insanında yok oluşu olacaktır. Böylece insanoğlu ezelden gelip ebediyete kadar olacak olan gelecek düşleri bir yerde sonlanacaktır. Bu son; başta doğa olmak üzere; insanı da kirleten insan eliyle hazırlanmaktadır.
Hemcinsiyle barışık yaşayamayan insanoğlu, doğayla nasıl barışık yaşayacak? Bencilleşen insan sadece kendi özünden uzaklaşmakla kalmamakta; doğadan ve topraktan da uzaklaşmaktadır ve dünyanın sonunu hazırlamaktadır. Dünya için hazırlanan sonda ise sınırlar, soylar, kültürler ve insan da olmayacaktır.
İnsanı ve dünyamızı bekleyen bu sondan kurtulmak için önce kendi kendisiyle barışık yaşayabilmesi gerekir. İnsanoğlu başlangıçta bunu nasıl başardıysa; aynı başarıyı tekrardan göstermesi geleceği için zorunludur. Gelecek için, önce kendi soyuyla, toprakla barışması gerekir. Hala ilk insandan öğrenilecek çok ders vardır. Çünkü ilk insanlar nasıl yaşanacağını ve doğayla nasıl ilişki kurulması gerektiğini keşfetmişler ve yaşadıklarından çıkardıkları derslerle bunu pekiştirmişlerdir.
İlk insan çok barışçıydı. Bu yüzden yaşamı kazandı. O dönem bilemediği doğanın ve toprağın birçok gizemini keşfetti. Bu bilgiler sayesinde günümüze kadar bir birikim oluşturdu. Adına uygarlık dediğimiz; bulunduğu noktadan daha ileri yaşam koşullarını inşa edebildi.
Toprağın insana neler verebileceğini keşfeden ilk insan onu kutsallaştırarak anlamlandırmasını bildi. Bu yüzden toprak insan için adeta bir ana oldu. Toprak ana yaşamın ve uygarlaşmanın beşiği oldu. Ana’ya, kadına değer veren neolitik dönemin insanı tanrıça kültürünü geliştirerek, binlerce yıl etkisini gösterdi. Anaların kutsallığı; barışın ve dostluğun da temeli oldu. İlk insan bunu başardı. Günümüz insanı bu kadar birikime ve tecrübeye rağmen niye başaramasın. İradi varlık olan insanın istedikten sonra başaramayacağı ne var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.