ANI YAŞIYOR MUYUZ? YOKSA SADECE PAYLAŞMAYI MI SEVİYORUZ?
Bugün yine konumuz sosyal medya. Ama biraz farklı açıdan yaklaşmak istedim bu defa olaya. Geçen bir arkadaşımın annesini yoğun bakımda iken ve çokta hoş olmayan görüntüleri ile paylaşması bende bu konuya değinme ihtiyacını hissettirdi. Sosyal medyada her anı paylaşma alışkanlığı günümüzün en yaygın davranışlarından biri haline geldi. Yemekten düğüne, hasta ziyaretinden ölüme kadar her anı paylaşma eğilimi, bireysel hayatlarımızı nasıl etkiliyor?
Sosyal medya, bireylerin kendilerini ifade etmeleri için geniş bir platform sunarken, aynı zamanda toplumda bir tür "gösteri kültürü" oluşturdu. Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın "gösteri toplumu" kavramı, günümüzdeki sosyal medya kullanımını anlamamızda önemli bir yere sahip. Baudrillard’a göre, medyanın hâkim olduğu bu dönemde, bir kişiyi, durumu, görüşü anlamanın yolu TV programlarında oluşturulan imajlardan ve özellikle de AVM’den geçer. Araştırmayı seven okurlarımın gösteri toplumu kavramını okumalarını tavsiye ediyorum.
Sosyal medya, bireyleri sürekli olarak kendi yaşamlarını sergilemeye teşvik ediyor. Yemeklerimizi, seyahatlerimizi, hatta özel anlarımızı bile paylaşıyoruz. Ancak bu gösteriş kültürü, yaşadığımız anları gerçekten hissetmek yerine, onları başkalarının beğenisine sunma odaklı hale getiriyor. Her anın paylaşılabilir bir "gösteri" haline getirilmesi, anın özelliğini yitirip sıradanlaşmasına yol açıyor.
Bu durumun sosyolojik etkilerinden biri de bireylerin kendilerini sürekli olarak başkalarıyla kıyaslamalarıdır. Daha güzel yemekler, daha lüks tatiller, daha mutlu anlar… Bu kıyaslama, bireyin hayatında derin bir eksiklik hissi yaratmaktadır aslında. Ve kaçınılmaz son MUTSUZLUK. Çünkü bu bir kısır döngüdür. Bu döngünün sonucu da kişinin kendini her zaman daha yeni şeyler, daha güzel şeyler yapmak ve paylaşmak hissiyle yıpratırken elinde kalan sadece mutsuzluk olacaktır. Çünkü bu baskı, insanları sadece "görünmek" için yaşamaya iterken, gerçek deneyimlerden, gerçek mutluluktan uzaklaştırmaktadır.
Bir şey paylaşmak, anlık olarak mutluluk hormonu salgılanmasına neden olur ve bu da geçici bir mutluluk hissi yaratır. Ancak bu tür bir tatmin, kısa vadeli ve yüzeyseldir. Sürekli dışarıdan onay aramak, öz-değerimizi başkalarının beğenilerine bağlar. Özellikle de beğeni sayılarının az olduğu durumlarda, bireylerde özgüven kaybı, kaygı ve hatta depresyon bile görülmektedir.
Ayrıca, sürekli paylaşma alışkanlığı, bireylerin anı yaşamalarını engeller. Bir düğünde ya da bir seyahatteyken, o anı hissetmek yerine nasıl paylaşılacağına odaklanmak, gerçek duygusal bağlar kurmamızı zorlaştırır. Bu durum, bireyde bir "boşluk" duygusuna yol açar, çünkü paylaşılan anlar geçici ve yapay bir tatmin sunmaktadır.
Her anın paylaşılması, yaşamı "daha gösterişli" kılmak amacıyla yapılan bir eylem olsa da, sonuç olarak hayatlarımızı sıradanlaştırır. Her paylaşım, bir diğerinin tekrarı haline gelir ve gerçek anlamda anlam taşıyan anlar azalır. Psikolojik açıdan bu durum, sürekli bir tatminsizlik hali doğurur. Sosyolojik olarak ise sanal ortam, bireyleri sürekli bir yarışa sokar. Ancak bu yarışta herkes kazanan olamaz; mutsuzluk kaçınılmaz hale gelir.
Sosyal medyanın hayatımıza kattığı bu gösteri kültüründen biraz uzaklaşarak, anı hissetmek ve yaşamı gerçekten yaşamak belki de en büyük ihtiyaçlarımızdan biri. Ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.