Uçak kaçarsa ucu bakın nereye çıkar?
Berlin’de 7-9 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Avrupa Yazarlar Konferansını çok güzel duygular ve geri dönüşlerle tamamına erdirmiş ruh haliyle 10 Mayıs sabahı dönüş yolundayım. Sevgili hemşehrim Deniz Çiftçi henüz on yaşındaki sempatik kızı Şilan’la birlikte gelip otelden beni aldı ve havaalanına bıraktı. 11.20’de kalkması gereken uçak kırk dakika rötarla kalktı. Valizi teslim alan görevli Diyarbakır havaalanının gümrüklü bir havaalanı olmaması nedeniyle İstanbul’da valizimi tekrar alıp iç hatlara geçmem gerektiğini ifade etti. Onayladım. Uçak kalktı ve pilot konuştu, Türkiye saatiyle 15.30’da İstanbul Atatürk Hava Limanında olacakmışız. İyi dedim kendime, uçağım 16.40’da, yetişirim herhalde.
Uçak kalktıktan bir süre sonra ikramlar yapıldı. Yedik, içtik eyvallah. Tuvalet ihtiyacı hâsıl oldu. Onbirinci sırada olduğumdan ön tarafa yöneldim. Hostes tuvaletin kapısında yolumu kesti. Beyefendi rica etsem arkadaki tuvalete gider misiniz? Neden diye sorunca, şirket kuralları gereği ön taraftaki tuvalet Busines Clas yolcularına aitmiş. Yani dedim önden üç sırada şu an oturan beş veya altı yolcu bu tuvaleti kullanacak, geriye kalan 200 yolcu arkadakini! Evet dedi ne yaparsınız şirket kuralı bu. Geri dönünce busines clas yolcuları arasında Şişli eski belediye başkanı Mustafa Sarıgül’le gözgöze geldim, üzerinde yeşil bir kazak vardı ve her zamanki yapmacık gülüşüyle bakınıyordu. İyi dedim kendime bu da bir tatmin Sarıgülle aynı tuvaleti kullanmamış olduk!
Gittim arkadaki tuvalete, sekiz kişi sırada. Oniki dakika sonra tuvalet sırası bana geldi. Bu da iyi, çektik sineye. Döndüm yerime. THY’nin dergisine baktım. Memnuniyetinizi de şikâyetinizi de bize yazın diye bir sayfa vardı. Tırtırlı yerlerinden kesip şikâyetimi de memnuniyetimi de yazdım. TK 1722 sefer sayılı Berlin Tegel-İstanbul uçağı yolcusuydum. Ve bu tuvalet ayrımcılığı durumunu şikâyet ediyordum. Böyle tuhaf bir şirket kuralı olamazdı / olmamalıydı. Şu genel müdür bu tuvalet işindeki ayrımcılığa bi el atmalıydı.
Neyse yazdım ve hostese teslim ettim. Tabi adım, soyadım, mail adresim, cep telefonum filan da istenmişti onları da yazdım. Neyse ki anamın kızlık soyadını sormayı unutmuşlardı.
Uçağımız 15.45’te İstanbul Atatürk Havalimanına indi, kıvranıyorum zaman daralıyor. Pilottan anons; hanımefendiler beyefendiler aprona yanaşmak için yedi dakika sıra bekleyeceğiz. Neyse uçaktan indik otobüse bindik, pasaport kontrolü sırasını da hızla geçtik ve valiz bekleme bölümündeyiz artık. Saat 16.15. Hâla şans var. Valiz erken gelirse Diyarbakır uçağının kapısı kapanmadan yetişme şansımız var. Ama ne mümkün! Valiz 20 dakika sonra ancak geliyor. Hızla ilk bankoya yanaşıyorum dış hatlarda. Maalesef beyefendi Diyarbakır uçağının kapısı kapandı, iç hatlara geçin size bir sonraki uçakta yer verecekler.
Hızla geçiyorum İstanbul Atatürk Havalimanının İç hatlarına. Dünyanın öbür ucu gibi, git git bitmiyor yol. L 15 bankosunda İbrahim Beye yanaşıyorum. Çok sıcak davranışlı samimi biri, Abi diyor şu Diyarbakır’ın gümrüklü hava limanı statüsü olmadı gitti, neden yapmıyorlar ki! Ah diyorum kardeşim bir bilsem sana hemen yanıt vereceğim de! Dil heye teqet tunneye!
Neyse bakıyor sonraki sefere 20.50’de Diyarbakır’a uçak var. Ama uçak dolu ve yer yok. Saat 24.20’de bir başka uçak daha var, onda yerimi ayırıyor, ama 20.50’de de yedeğe yazıyor ve göndermek için elinden gelen gayreti göstereceğini söylüyor. O arada ısrarla kendi şirket hataları ve gecikme durumları nedeniyle yolculara yemek ısmarladıklarını benim de restoranda yemek yiyebileceğimi söylüyor. Vazgeç kardeş diyorum, sen benim ilk uçakta gidiş işlemimi hallet yemek yemesem de olur.
Velhasılı kelam şu an o kızgınlıkla dış hatlarla iç hatların geçiş koridorunda bir yerde dert ortağım mini laptopla bu satırları çalakalem yazıyorum.*
Söyleyecek sözümü de 13 yıldır iktidarda olan iktidar partisinin Diyarbakırlı vekillerine, bakanlarına söylüyor ve yazıyorum. Ya hu ne zaman şu Diyarbakır Hava Alanının kangren haline gelen durumuna bir el atacaksınız. Askeri havaalanı orası, şirketler askerin kiracısı. Yapın bir doğru düzgün havaalanı, uluslararası uçuşlara da açık olsun. Yanı başımızdaki Elazığ bile çözdü bu işi. Siz bu kadar basiretsiz misiniz? Nedir sizin derdiniz bu şehirle. Hamaset edebiyatı yapmakta üstünüze yok. İşe gelende kırk dereden su getiriyorsunuz.
Size açık ve net söylüyorum. Bu iş başınızı ağırtır. Kentin Ticaret ve Sanayi Odası, Desob’u, işadamı örgütleri, barosu, basını bilmem nesi! Ortak paydada bir kez de bu iş için buluşun. Hem bazen kentin gündelik hayatına değen sorunları ultra siyasetin önüne geçer / geçebilir benden söylemesi…
*Yazıyı o esnada yazdım da sonrası da oldu. Bari onu da paylaşayım. Saat 20.50 İstanbul-Diyarbakır uçağına söz verdiği gibi İbrahim Bey işlemlerimi halletti.101 nolu kapıya yöneldim, hayli kalabalık herkes bekleşiyor. 15 dakika sonra bir anons sayın Diyarbakır yolcuları kapı numaranız değişti lütfen 406 nolu kapıya gidiniz. Herkeste hızla bir telaş! Bir alt kata 406 nolu kapıya vardık ki, levhada bir duyuru yazısı 30 dakika gecikme saat 21.20’de uçak hareket edecek. Neyse onu da sineye çektik. Bir süre sonra otobüsle tıklım tıkış uçağa varıp yerleştik. Pilot duyuru yaptı, uçuş için sıramızı bekliyoruz diye. Velhasılı sıramız ancak bir saat sonra geldi ve onbire doğru ancak uçak havalandı. Diyarbakır’a indiğimde ve valizi aldığımda saat gece yarısını 24.00’ü (onikiyi) geçmişti.
Sabah Berlin’de saat 09.00’da başlayan yolculuk macerası gece 24.00’de Diyarbekir’de son bulmuştu. Siz sağ ben selamet vardık memlekete…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.