Temsiliyet şansını yitirmek!
Haziran 2015’den bu yana Türkiye’nin siyasal gidişatını izleyenlerin günbegün, anbean tanık oldukları bir gerçekliktir ki; AKP siyasal iktidarı devleti sarmalama kudretiyle giderek kamuoyunun nezdinde yaygın bir kamplaşmaya altyapı oluşturuyor.
Bu adeta çıplak hakikate dönüştü.
Aslında bu yargıya varmak için sadece son bir yılın siyasal sürecine bakmak tabii ki yetmiyor.
2007-2009 seçimlerine baktığımızda Adalet ve Kalkınma Partisi belki yüzde 35-40’lar civarında oy alabiliyordu. Ama söylemleri ve özellikle Kürt siyaseti ile ilişkilenme biçimleri ile daha geniş kesimlere söylediklerini ulaştırmada etkili olabiliyordu.
Kendilerine oy vermeyen, vermeyi de düşünmeyen kesimler nezdinde bile zaman zaman “inandırıcı karşılıklar” bulabiliyorlardı.
Kendi tanıklığımdan kimi örnekleri vermem gerekirse 2007 seçimlerinde Bağımsız Adaylarla Kürt Siyaseti seçimlere girmişti. Kürt Siyasetinin oy kapasitesi çok daha fazla vekil çıkarmaya hükmetse de, ancak bölgeler itibariyle sınırlı sayıda adayla ve o adaylara oy verecek bölgelerdeki seçmeni işaret ederek çalışma yürütüyorlardı. Kimi yerlerde alınacağı kesin oy oranları iki vekil dahi çıkarabilecekken tek vekil adayı göstermekle yetiniyordu Kürt siyaseti.
Seçim çalışmalarını yürüten yerel dinamikler alenen çok açık dillendirmeseler de seçmenlere “eğer bize oy vermeyecekseniz akp’ye verin” diyorlardı. Sürecin taraf aktörü olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’ni görmekten kaynaklı bir yönlendirmeydi bu.
Tabii ki, bunu Ak partililer de biliyordu.
Böyle yürüyen bir süreç tuhaf bir şekilde bugünlere evirildi.
Öyle bir noktaya geldi ki bugün evet Adalet ve Kalkınma Partisi belki yüzde 50 dolayında oy alıyor. Ama diğer yüzde ellilik dilimde o denli kopuş yaşanıyor ki; insan istemez adeta “düşman başına” demek durumunda kalıyor.
Ak partiyi tercih eden yüzde ellilik dilimde bile AKP’yi neden tercih ettikleri konusunda kendilerini de zorlayan tuhaf bir koruma, savunma bilinci ve kabuğuna çekilme ruh hâli zuhur ediyor.
Karşı yakada yer alan yüzde ellilik dilim ise muktedir tarafından adeta “düşman” ve “vatan haini” olarak kategorize ediliyor.
Doğal olarak bu durum çok ciddi bir kırılma yaratıyor.
Bir yanda oy kullanan seçmenin yarısının oyunu alıp parlamentonun neredeyse üçte ikisinin temsiliyetini yakalamış bir iktidar partisinin kendi “meşruiyet” meselesi ile boğuşur uğraşır hâle gelmesi.
Diğer yanda karşı yakadaki muhalif yüzde ellinin ise her gününün yeni bir siyasal kapışma üzerinden günlük siyasetinin sokakla buluşma hâli.
İki örnek yetiyor:
Kürt coğrafyasında Kürtlük kimliği üzerinden adı “özyönetim” olarak konulan aslında AB yerel yönetimler özerklik şartı mevzuu üzerinden “tartışılabilecek” bir yönetim modelinin, fiili bir savaş hâline evririlerek bölge coğrafyasındaki yasaklı kentlerinin üç aya dayanması.
Karadeniz coğrafyasında ise, maden arama çalışması yürütülürken yeşili doğayı koruma bilinci üzerinden devletin güvenlik gücü ile kapışma ve çatışma hâli…
Ve bu iki ruh halinin bütün ülke nezdinde sokakta karşılık bulmasına karşı; hükümetin muhalif söylemle tartışarak doğruyu bulma yerine güvenlik politikalarını daha da tırmandırarak sürdürmesi…
İşte bütün mesele…
Şeyhmus Diken
23 şubat 2016 Diyarbekir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.