İstanbul İstanbul, Nobel’e doğru
İstanbul İstanbul, Nobel’e doğru
Şeyhmus Diken
Burhan Sönmez’in üçüncü romanı İstanbul İstanbul yayını tarihinden bu yana otuzun üzerinde dile çevrilip yayınlanmış. Hafızam beni yanıltmıyorsa tez zamanda bunca başarı Türkçe edebiyatta “ilk örnek” olmalı. Geçtiğimiz günlerde “İstanbul İstanbul” ile Burhan Sönmez, Avrupa Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası tarafından British Council ve Londra Kitap Fuarı ile ortaklaşa yürütülen EBRD Edebiyat Ödülünün sahibi oldu.
Bakın ödül jürisi gerekçesinde ne diyor; "İstanbul İstanbul, derin insanlığı ve zarif kurgusuyla hayat dolu bir roman. Burhan Sönmez bu büyük yeni ödülü en iyi şekilde hak eden büyük bir yazar. Evet, roman Türkiye'de bir hapishanede geçse de onu sınırlandıran hiçbir şey yok ve bir taraf da tutmuyor. Bu bizim de hikayemiz. Dört kahraman, zulmün dünyasında iyiliği ve güzelliği bulma arayışındalar. Kusurları ve tuhaflıkları olan tümüyle gerçek karakterlerle çevrelenmiş, bizi şiddet ve işkenceyle değil, aralarındaki sohbet ve mizahla sürüklüyorlar. Muazzam mütevaziliğiyle Burhan Sönmez, edebiyat arkadaşı ve önemli bir çevirmen olan Ümit Hussein'le birlikte ödüle değer tutkulu ve şiirsel bir roman ortaya çıkarmışlar,"
İşte, ben de tam bu vesile ile İstanbul İstanbul’u yaklaşık iki yıl arayla ikinci kez okudum bu hafta...Bu sebeple yeni bir yazı yazmak yerine; mayıs 2016’da kültür servisi’nde yayınlanmış yazımı yeniden elden geçirip düzenlenmiş hâlini paylaşayım istedim.
İstanbul, üzerine o kadar çok yazılmış ve söylenmiş ki; her kim İstanbul’a dair bir şeyler dillendirmeye yeltense kendine dair olanı, yani kendi İstanbul’unu dillendirmiş olur. Bu dillendirmenin çoğu da İstanbul’un çarpıcı, efsunlu güzelliğine dairdir.
Bu sebeple hikâye döner dolanır Yahya Kemal’in meşhur şiirine dayanır. Hani o bir tepeden bakılan “Aziz İstanbul”a... Ya da görülmemiş, gezilmemiş hiçbir yer bırakılmadığı halde; görülmüş çokça “revnaklı şehirler” söz konusu olduğu halde; ömrü oldukça gönül tahtına keyifle kurularak kendisinde “yaşanılan,” kendisinde “ölünen” ve kendisinde “yatılan” İstanbul…
Havsalada olan belki tam da budur!
Çünkü yazarın dillendirmesiyle; “Biliyorsun Küheylan Dayı, her kent İstanbul’dur bize. Bir çocuk karanlığa kalmış ve dar sokaklarda yönünü şaşırmışsa orası İstanbul’dur. Eski sevgilisini bulmak için maceraya atılan gencin, siyah tilki kürkünün peşine düşen avcının, fırtınada sürüklenen geminin, dünyayı bir elmas gibi avucuna almak isteyen prensin, boyun eğmemeye yeminli son isyancının, şarkıcılık hayaliyle evden kaçan kızın, para babalarının, hırsızların ve şairlerin vardığı kent İstanbul’dur. Her hikâye burayı anlatır.” Çünkü her hikâyenin başarılı ya da sonu hüsranla bitenin son durağı İstanbul’dur.
Dolayısıyla İstanbul denilen “garip ve tuhaf şehir” aslında yaşandığı haliyle göz önünde bir şehirdir. Ve dahi kendisine her gidenin, aslında “fethetmeye” yeltenirken “kölesi” olduğu, farkında olmadan dişlinin çarkları arasında unufak olduğu şehirdir belki de İstanbul…
Hücreye sığan / sığdırılan şehirdir sanki İstanbul!
Burhan Sönmez, “İstanbul İstanbul”unda* “Aslında uzun hikâye, ama ben kısa anlatacağım” diyerek; dört kahramanına; Berber Kamo, Küheylan Dayı, Öğrenci Demirtay ve Doktor’a gündelik hayatların görünmeyen, yerin üç kat altındaki, dipteki, dibe vurmuş İstanbul’unun hayli çok, ama çokça direngen “acılara kiracı” günlerini, zamanlarını, kendi kahramanlarına, sıradan ama sürüden olmayan insanlarına anlatmış/anlattırmış. Üstelik sadece dört erkek hücre arkadaşı kahramanla yetinmeyip bir beşinciyi, kadın kahraman Zînê Sevda’yı karşı hücreye yerleştirip işaret diliyle konuşturarak adeta romanında olmazsa “eksik kalır”dı denileni yapmış.
“Acıda, herkesin yalnız” olacağına inat bir “paslı kapı” ardında birlikteliğin edebiyatı.
Bir şarkı sözü var; “Bu nasıl İstanbul, her tarafı zindan be canım” denilen devru devranlar. Öyle bir zaman aralığında “İstanbul İstanbul”la okura sesleniyor Burhan Sönmez; kitabı her okuyan okurun; yaşadığı ve anlatılmaya, yazılmaya aday kentinin, belki de durup dinlenmeden hikâyeleriyle hemhal olduğu aslında kendi kenti olması muhtemel gerçekliği üzerinden…
Dönem öylesine acının ve zor’un taassubu altında ki; acının elinde mi, ölümün koynunda mı olunduğu insan tekinin fark etmesi sahiden sıkıntılı. Bu sebeple sırlarınızı dar zamanlarda sürekli kendinize saklayarak bilinçaltınıza yerleştirmeye gayret ederken, iradeniz dışında paylaştığınız “kader”in ortaklığının sır ifşasının paydaşlığı kendini ele verir oluyor…
Yeraltından sıyrılan “yukarıdaki” şehrin hayal edileni ve an’ın öncesindeki yaşanılanı bir yanda... Diğer yanda ise; asıl olan ve an içinde yaşanılan, hatta yaşanıldığı sanılan “yeraltındaki” şehrin birbirinin içine geçmiş hikâyeleri... Kentin gündelik hayatındaki çokça hikâyelerinden kolajlar…
Yazar, aslında bir tekinin bile içinde yaşamasının hayli zor olduğu hücreye, dört kişiyi sadece kendi hikâyeleriyle değil, koca bir şehri hikâyeleriyle birlikte sığdırmış.
Dar’a düşenin çıplak hakikatler ve söz’den başka hiçbir mucizeye inancının kalmamışlığı üzerinden bir dili başarmış Burhan Sönmez. Aslında her birinin gündelik hayatlarında yalnızlığın “kaçağı” olmayı sıkça denerken, birdenbire birbirinin hikâyelerine, yetmezmiş gibi hayal güçlerinin sınırlarına da ortak oldukları edebi hikâyeler…
Kitabın adeta bitmesini istemeyerek okuyup bitirdiğimde fark ettim ki Arthur Rimbaud’un o meşhur ifadesindeki gibi “Ben, bir başkasıdır” sözü dilime pelesenk oldu…
Burhan Sönmez kaderdaş dört kahramanının, hatta beşinci kahraman Zînê Sevda’nın anlatılarında tümüyle kendi hikâyeleri üzerinden, reel bir “yazar kahraman” anlatısı kurmuş/kurgulamış. Çok da başarılı bir dil yakalamış.
Kahramanların anlatısı öylesine gerçek gibi kurgulanıp anlatılmış ki... Okur, kitabı okurken, hayalle gerçek arasında gidip geliyor. Şaşkınlıkla! Hayali sofrada bile hiçbir şey unutulmamış. Hareketler, sözler, tümüyle mükemmel; dil zamana ve ruh haline uygun…
Edebiyatını kin, öfke pekiştirmek için değil de; hafızayı yeniden canlandırıp güçlü kılmak için yazan / yapan Burhan Sönmez’in önceki iki kitabı “Kuzey” ve “Masumlar”ı da okumuş, epey bir süre etkisinde kalmıştım. “İstanbul İstanbul” dil, kurgu ve anlatı üzerinden standardı hayli yüksek Burhan Sönmez külliyatı ve edebiyatı açısından geleceğe kalacak kıymette bir roman…
Hallac-ı Mansur’un kitaba son cümle olan sözünden apartılarak; hayli zor zamanlarda çekilen acıların, kimselerin duymadığı yeraltından hayli güçlü bir edebi çığlıkla seslenen romanıdır “İstanbul İstanbul”…
*Burhan Sönmez, İstanbul İstanbul. İletişim Yayınları…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.