Aziz ERİM

Aziz ERİM

Deli Ferho-2

Deli Ferho-2

3

Çocukluğumda Falcı Perişan vardı su falına bakardı, Babaannemin sık-sık falına bakardı, bakır tasa su doldurur içine bozuk para atardı babaannem, bozuk bir Kürtçesi vardı, Türkçeyi de iyi konuşmazdı, Kürtçe-Türkçe karışımlı sözcüklerle kendince bir dil yaratmıştı, sanırsam Gayrı-Müslimdi pek de emin değildim!

Gariban yaşlı bir kadındı, babaannemden de büyüktü, Perişan Hanımın çenesinin altında sakala benzeyen bembeyaz kıllar vardı, o yüzden ben ona sakallı falcı derdim, babaannem üşenmeden cımbız yardımıyla o tüyleri çekerdi ve kızardı:

“Bemrar Peré bu ne haldır!” derdi, Falcı Perişan avlumuza geldiğinde komşu kadınlar toplaşır, Perişan Hanımın zırvaladığı falını dinleyip eğlenirlerdi…

Bu komşuların arasında babaannemin yaşıtı olanlar, Makbule Hanım ve Kezban Hanım da olurdu.

Makbule Hanım; Ermeni asıllıymış sonradan Müslüman olmuş mahalleli tövbekar derlerdi onun için, çok münevver ve saygı duyulacak bir hanımdı, Atatürkçü’ydü ama İsmet İnönü’yü hiç sevmezdi… Kezban Hanım; Diyarbakır psikopatlarından Pışo Meheme’nin annesiydi, Muş göçmenlerindendi, ilginç ve tipik bir kadındı…

Yine bir gün benden 3-4 yaş büyük olan amcamoğlu da fal bakılırken tastaki suya bakıp kaşlarını indirdi, Bu bakış Falcı Perişan’ın gözünden kaçmadı ve amcaoğluna dönüp: -Gel tasa para at, senin de falına bakayım! Amcaoğlu sinirli bi bakış atıp kolunu salladı, gerek yok gibisinden, sokak kapısına doğru çekip gitti… -Helim Bacı bu torunun çok sinirli, ancak bu “Ana-baba para fırt küçe!”

Avludakiler hep bir ağızdan gülüştüler…

Sonradan bu “Ana-baba, para, fırt küçe!” Cümlesinin açılımını öğrendim: Ancak anneden, babadan para alıp sokaklarda oynar…

Babaannem merhametli biriydi herkeslerin Helim Bacısıydı, mahalleli ve tanıdıklar ona öyle seslenirlerdi, gençler ve orta yaşı geçkinler ve aile fertleri de“Dada Helé” derdik, yani (Halime Ana)… Babaannemi hep Kızılderili bilgelere benzetirdim, başında kofisi vardı, kot denilen ceviz ağacından 20-25 santim uzunluğunda tütün çubuğu vardı çubuğun ucunda çukurumsu bir çanak vardı, bu çanağa tütün koyup üstüne de tütünü tutuşturan bir madde koyardı, onun nolduğunu bir türlü çözemedim… Babaannem Falcı Perişan’a “Peré” derdi, bazen Falcı Perişan saçlarını kaşırdı, hem de yolarcasına, babaannem o zaman sorardı:

-Pere niye saçlarıni kaşisan bemrar, gene bitlendin yoksa?

-He Helim Baci bu namussuzlar ağızlarıni açmişlar gene…

-Vay malamıné Peré! Babaannem gelinlerine şimdilerin deyimiyle şömine, Zazaca “Pıxeri” dediğimiz ocağın üstünde her zaman büyük bir bakır kazan vardı.

“Kazanı doldurun ateşi yakın!”

Su ısınınca Falcı Perişan’ı yıkardı, defalarca buna şahit oldum!

Yengelerim Falcı Perişan’dan pek haz almazlardı, Falcı Perişan gittikten sonra yengem: -Evın yapıla Dada Helé! Bu Peré pinti, bitli, bitlerini ‘Hevş’e (Avlu) döki gidi, çocuklar burada oynilar, bitlenecağlar, uyuz olacaklar heste olacaklar bu Peré’nin yüzünden? Babaannem Falcı Perişan’ı acırdı:

-Kızım Peré fıkaradır, kimi kimsesi yoktur. Mazgana’da oturur, tek odali bir evde yaşi, yazıktır, günehtır, bunlara bakmak sevaptır, insana heyr de lazım!

Demem o ki, o dönemin hatun falcılar gariban ve kimsesizdiler.

4

Deli Ferho adını değiştirip Selma yapınca çok mutlu olur, hele bir de sonundaki ‘a’ harfi uzatılınca hoşuna gider; Selmaaa!

Yahudiler İsrail’e göç ederlerken Ferho’yu götürmediler dense de aslı yoktu bu sözün… Ferha için bu şehirde yaşamak akli ziyan olmasına rağmen, onun için bu kent kutsaldı, cennetti… “Benim adım Selma!”

Sık-sık:

“Ben bu kentin delisiyem, ben bi qırtik Yahudiyem, bi qırtik de Müslümanam, ben Selma’yam Selma!”

Deli Ferho sabahtan akşama kadar, Gâvur Meydanı’nı, Gâvur Mehlesi’ni arşınlayıp dururdu: “Haydeee süpürge falına bakıyam, süpürge falına bakıyam, süpürgeeee fali, falci Selmaaa geldi! Mahallenin kadınları gırgır, şamata ve eğlenmek için Deli Ferho’yu evlerine konuk edip, fal baktırıp Ferho’nun dudaklarından dökülen anlamsız tekerlemelerine gülüp eğlenip vakitlerini geçirip, streslerini atarlardı.

Deli Ferho zararsız, mazlum, gariban ve fala bakmayı para karşılığında yapmazdı, onun deyimiyle bi qırtik ekmek, bi qırtık domates, bi qırtik peynir, ona yetiyordu, arada para verenler de olmuyor değildi…

Deli Ferho’nun sınırı Gâvur Meydanı (Yenikapı), Gâvur Mehlesi-Xançepek, Keldani Mar Petyum Kilisesi, Ermeni Surp Giragos Kilisesi, Balıkçılarbaşı’dan Salos Mescidi ve Deva Hamamı karşısındaki Nuallak Sukaktaki Ermeni Katolik Surp Krikor Lusaroviç Kilisesi Deliller Hanı sokağındaki Kiliseye kadardı…

5

Deliler, meczuplar bir toplumun aynası ve vicdanıdır.

Yoksulluk beraberinde cinnet getirir, kimi kalburla güneş toplayıp su taşır, kimi huniyle zahire taşır, kimi ceplerinde yemek taşır, bu cinnet hali zamanla toplumsal cinnete dönüşür, ardından toplumsal cinnet beraberinde şiddet sarmalında büyür ve hazin bir sonla biter.

“Bir başbakan sahneye çıkıp soytarılık yapsa yarım dakika beceremez, foyası ortaya çıkar, ama bir soytarı, yıllarca kimseye hissettirmeden başbakan koltuğunda oturabilir.” Bir deli bir dakikalık soytarılık yapamaz ve de rol yapamaz, çünkü deliler içseslerini dinlerler.

Erasmus, ‘Deliliğe Övgü’de:

”Yaşamda ancak deliliğe yakalanmış olana gerçek anlamda insan denilebilir…”

Yeniçağdan kalma insanlık dışı yasalarla veto edilmiş kadınların çığlıkları, içsesleri kahkahalar ve alaycı bakışlı gözler değer, kadınların içseslerinin karanlık ve dipsiz dehlizlerini bir kez daha derinden yaralar…

Dostum ve ağabeyim Celal Kolsuz Anlatımı:

-Bereket Hanı’nın olduğu yer bizim evdi, Deli Ferho sık-sık bizim avluya gelirdi, hep şalvar, erkek ceketi giyip beyaz tülbent takardı, bazen de limon kabuklarını başına koyup leçekle alnını bağlardı, başının ağrıdığını söylerdi…

Annem her zaman Ferha’nın karnını doyururdu, illa fal bakardı, fal bakmadan gitmezdi, annem bazen para, bazen de yiyecek verirdi…

Dodé Hatun vardı bir de ama o dilenirdi, Balıkçılarbaşı ve Mardinkapı civarında… Ziné diye meczup hatun vardı, Süryanilerin başlarına taktıkları renkli ‘kôfi’si vardı, Kôfi’sinin çevresinde çeşitli boncuklarla süslüydü.

Ziné Hatun Süryani değildi, kanımca o Kôfi’yi ona bir Süryani vermişti… Balıkçılarbaşı’ndan Mardınkapı civarında dolaşırdı, zararsız kendi halinde garip bir hatundu, dilenirdi, akli ziyandı…

Bu kentin delisi de, velisi de fazladır, bu kent sakinleri delilerini de velilerini de dört duvar arasında saklamazlar, hep göz önündeler ve insan içine karışırlar, hayattan nasiplerine düşen payı alırlar. Ne ilginçtir ki bu kentin delileri, velileri, meczupları, divaneleri, akli ziyanların uğrak yerleri, yol güzergâhları aynıdır, sınırları bellidir, sınır ihlali yapmazlar… Her semtin ve mahallenin meczupları başka semtlerde de boy göstermezler, kendi muhitleri kendi evleri olarak bellerler…

Diyarbakır delilerinin yaşamları göz önündedir, öyküleri, aile yaşantıları, sosyolojik ve psikolojik yapıları toplumun ruh halini gözler önüne serer o yüzden gamları da, kederleri de şeffaftır.

Ferha Hatun, namı diğer Deli Ferho Diyarbekir’de vefat etti, Süryaniler ona sahip çıktılar ve naşını Mardine götürüp Darül Zehferan Kilisesinin yanındaki Mezarlığa defn ettiler. Ruhları şad olsun ışıklar içinde uyusunlar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aziz ERİM Arşivi
SON YAZILAR