BUZULLARI ERİTEN GÜNEŞ, BAZI KALPLERDEKİNİ ERİTEMEZ?
Yaprak dökümü, yeni bir iklimsel sürecin başlama habercisidir. Baharla adeta renk cümbüşüne dönen doğa yeni bir mevsimsel sürece hazırlanmaktadır. Kış artık kapıya dayanmıştır. Doğadaki bu değişimden etkilenmeyen canlı yoktur.
Sonbaharla birlikte yapraklar en hafif bir esintiye karşı direnemez hale gelir. Caddeler, sokaklar, canlılığını ve eski renklerini kaybetmiş yapraklarla dolar. Yemyeşil olan bitki örtüsü sararıp solar.
Doğanın bu kabuk değişimi; insanların psikolojilerini etkileyerek; kimilerini romantik, kimilerini de hüzünlü bir havaya sokar.
Başta insanoğlu olmak üzere, tüm canlı yaşamı zor ve sıkıntılarla dolu bir süreç bekler. Bu değişime ayak uydurmak için insanlar kış için gereken hazırlıklarını yaparken; diğer canlılar da içgüdüsel olarak kendini uygun konuma getirir. Bir kısmı kış uykusuna yatmaya hazırlanırken, bir kısmı da göç yollarına düşer. Kışın soğuk ve dondurucu etkisine karşı canlı yaşam kendisini korumaya alır. Baharın filiz vermesini sağlayacak, yeniden boy verecek olan tohumunu toprağa bırakır.
Havalar soğuyup, kar taneleri bir kelebek gibi uçuşmaya başlamasıyla; doğa yeni bir mevsimsel döneme de kapıyı aralar. Tek tek, peşi sıra düşmeye başlayan kar taneleri, üst üste yağar. Bazen hiç durmadan, bazen dinlenerek. Sonunda kalın bir örtü oluşturarak doğayı kendi rengine büründürür.
Beyaz örtünün altında kalan doğa, günler, aylar sürecek derin bir uykuya dalar. Etraf soğuğa keser. Beyaz, soğuk örtünün altında kalan yaşam, sabırlıdır.
Uzun süren gecelerin, haftaların, ayların sonunda; doğa yeni bir yaşama gebedir. Yeni doğumun günleri sayılıdır. Beyaz örtünün altında saklı kalan yaşam; gün yüzüne çıkacağı, yeniden çiçekleneceği, renkleneceği, mis kokularını etrafa saçacağı, birbirinden güzel farklı tatları sunacağı günlerin heyecanı ve coşkusuyla bekler.
Baharla birlikte esen ılık rüzgârın ve kendini yeniden hissettirir. Güneşin cazibesine dayanamayan, doğanın beyaz örtüsü artık yavaş yavaş incelmeye başlar. İnce sızıntılar oluşturarak akar ve her taraftan kendine yol bulmaya çalışır. Küçük derecikler oluşturur. Bahar yağmurları başlayınca dayanma ve direnme gücünü tümden kaybetmeye başlar. Doğanın soğuk bembeyaz örtüsü, eriyerek ihtişamını kaybetme yolundadır.
Çok uzaklardan ülkeleri, kıtaları aşan bulut kümeleri, artık yüklerini taşıyamaz hale gelince, yükünü bırakmaya başlar. Beyaz örtünün üzerine tek tek inen damlalar, sayısız çokluğa ulaşarak toprağı doyurur. Suya doyan toprak artık onu bağrına alamaz hale gelir.
Sızıntılar birleşerek, giderek büyüyen, içinden geçilemez ve bendine sığamaz hale gelen su, yatağından taşmaya başlar. Etrafını yırtarak, kabararak, önüne geleni kendisiyle beraber sürüklemeye başlar. Sonunda dereler kendi yolunu bularak çılgınca akar. Derelerin dizginlenemeyen bu öfkesi, denizle buluşana kadar devam eder.
Her damlası canlılara can suyu olan, düştüğü yere hayat taşıyan, yaşamın vaz geçilemez öğesi olan su, aynı zamanda bir felaketin de nedeni olur.
Doğaya insanın sürekli müdahale edişi, onun dengesini bozmaktadır. Toplumsal sistemlerde olduğu gibi doğanın da kendi içerisinde bir akışı vardır. Bu akışın engellenmesine doğanın öfkesi büyük olmaktadır.
İnsan da; yağmur damlası ve dere gibidir. Doğal yapısı içerisinde akmak ister. Buzulları eriten güneş maalesef bazı kalplerdeki buzları eritmeye yetmez. Bu durum doğanın seyrine aykırı olsa da.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.