Welat xweş e…
*
Bir bölümünü yazının girişine koyduğum “Welat xweş e” adlı Kürtçe şiirimde adı geçen ki çoğunun kaynağına, ilk gözesine, her daim zifiri karanlığıma, illa ki yalnızlığıma aydınlık veren yıldızların yoldaşı güneşe, bildiğim her mevsim kadim topraklara hayat, dirilişine bir anne yüreğiyle göz kulak olan bilge güneşime durdukları yere, yerlere kadar giderek bittiğim gülistanımın sularına dokundum, yeryüzüne can oldukları ilk günden bu yana kendi yollarına delice akıp gittikleri muhteşem vadilerini dolduran kara kuru rüzgara, kah ansızın kopan deli dolu fırtınalara kapılmış bir hayal, kah hiç bitmesini istemediğim sessiz, kendi halinde bir an olup geçtim, illa ki su kadar sevdiğim sonbaharda, bazen ilkbaharda, bazen kavuran yaz sıcaklarında, kimi zaman da karakışta, kar, tipi dinlemeden…
*
Her mevsimini gördüm Sümbül dağının bitmeyen aşkına revan Zap’ın, Oramar’a illa ki Çampirêzan’a her daim dem olmuş Avaşîn’e vuruldum her gidişimde, dokunsam Şitazin ağlayacak, annesini kaybetmiş bir çocuk, belki de yavrusunu işgalci kurt sürüsüne kaptırmış bir dağ keçisi gibi, için için. Duysa dağ ülkesi Hakkari’nin damı, benim Zerdeştî tapınağım Cilo haykıracak, ardı sıra geçip giden vakti tamam yolcularına gecenin, gülistanım. Dersim’in pirlerine, mürşitlerine, erenlerine can, ölümsüzlük akitine yeminli yaşayan Halbori’ye akan Munzur’un sırlarına eremem, yüreğini kurda, kuşa kaptırmış insan suretine yenilmiş, verilmiş sözün ihanetine uğramış bir Tanrı’dır benim için, vakitli, vakitsiz her gittiğimde, bir damlası bile yüreğime ab-ı hayat olmaya razı baş gözesine her dokunduğumda, zamansız gelen büyük yenilgime ezilirim, bir de Demenanlı Xidê Memkê’nin toprağı, suyu, rüzgarı, güneşi bile utandıran çığlığına ses olamamış, ateşte kül olan kokim haline sırt çıkamamış Pilvenkli Pîrê Sêvdîn gibi yer gök dağılırım, bilirsin…
*
Dêsman’dan baksam uçurumun dibindeki Fırat’a, seni görür gibi olurum, seni yaşar gibi olurum her bir yanı cennetim, gülistanım. Aynı senin gibi korkularım birikir, bildiğim en derin kanyonun dimdik, göze göz yaşadığı güneşine, gecelerimin firari yıldızlarına açılan dimdik vadi boyunca vurulurum yada azgın sularına atılmış genç bir kadının, belki de hayatı boyunca aç, açıkta kalmış asık surat, çizgili sırtlan sürüsünce kuşatıldığım Nigit’in kumlarına diri diri gömülmüş genç bir savaşçının son nefesinde kül olurum, zulmün ateşinde yanarım, canımla, adımla, izimle sonsuza kadar kaybolurum. Issız Takoran’dan çıkıp gitsem su kadar sevdiğim Dicle’ye, son buzul çağından bile milyon yıl evvelden beri aşkla güneşine akan tanrıçama, ne ta Ko Spî’den, ne ta Hazarbaba’dan, ne ta Birklên’den bu tarafa göğsünü dağlara vura vura çıkıp gelen, nede umursamaz bir pêxwas, Diyarbakır’ın Sur diplerinde platonik aşkına sızmış bir aylak misali Kırklardağı’nı yara yara geçip giden en aykırı bir damlasına bile seni soramadım gülistanım, yapamadım. Ongözlü’ye bir fısıldasa, bir konuşsa, ölürüm…
*
Sarum çayını Baw Mist’tan, Meh Sey’den, Mele Sıddık’tan, Doktor Aziz’den, Awa Hem’den, illa ki her mevsimine öldüğüm Rîz’den, Sason suyunu ise hırsız Asurlu Tanrı krallarına diz çöktürmüş Bozikan’dan sonra, her dem yalnız yaşamış dağ manastırı Kom’un kayıp keşişlerine ağlayan muhteşem vadiden bilirim, tanırım. Sırtı dört mevsim karlı Mereto’nun gözyaşları, Mala Eliyê Ûnis’ın, baştan başa Dağ Kavmi’nin yaşam kaynağı, güzelim Erzen’e, Medya ülkesini yol geçen hanı sanan Yunanlı Onbinler’in anlat anlata bittiremediği Xerab Bajar’ın ihtişamına, bir benzeri başka bir yerde olduğuna inanmadığım, acımazsızca Ilısu barajına gömdükleri güzelim Memikan köprüsüne, su içerken ensesinden vurulan talihsiz Eminê Perîxanê’ye, Beşiri’deki bilmem kaçıncı fermanını yaşayan Ezdaî çocukların kırımına bir ömür ağlayan Garzan suyuna, sonsuzluğuma akıp giden kayıp tarihime tanıktır, en iyi sen bilirsin gülistanım…
*
Botan suyu, bildiğim Zorava, Mikis, Çatak, Faraşîn çayları ile beslenir. Her biri iç gülistanımın ayrı bir can damarı, geçilmesi zor, işgali imkansız asi dağlarla çevrili eşsiz vadi tabanlarına hayat verir, Kürde can olur. Kêla Memê Şivan’a açılan dar, derin bir kanyonun dimdik göğsünde hayat bulan, en az senin kadar asi Mijîn suyu, bir başka akıp gider kendi yoluna. İlk bakışta, onu inatçı bir Goyî kadın bellersin, öfkesiyle beslenir sanırsın, bitmeyen trajedimiz Seydiko kilamına dalıp giden dengbêj Evdilayê Goyî’nin sesi, bitmeyen soluğu eşliğinde yılın dört mevsimi kurda, kuşa hayat veren vadisine dökülür, gider. Her gördüğümde sen oldum Mijîn, seni bildim bileli hep özgürsün, hep hırçın akarsın, güneşine küs, kırgın, için için ağlayan bir ters lalenin gölgesinde seni yaşadım…
*
Yürüyüşü henüz bitmemiş dağım, sığınağım Sülbüs’ün ölümsüz yareni Peri suyunu, kalbimin durduğu Zilan vadisini, gülistanımın en kuzeyi Serhat’ı, Tekman’ı, Karaçoban’ı, Kağızman’ı döne dolana vurup giden Aras’ı geçiyorum, Bagokların alımlı gelini ava Spî, Karacadağ’ın eteklerine yapışmış kadim Metînî topraklarında sır olmuş kavmin nazlı biçaresi çemê Reş’te nefeslenip, bir solukta geliyê Godernê’ye çıkıp geldim, özgürlük arayışını tamamlayamamış bildiğim en mert, en delikanlı şeyh, Maria’nın biricik aşkı, Ziktêli Zaza Mecit’in ölümsüz yoldaşı Şeyh Fexrî’nin, Aliparlı Hebûn’un izini ararken Ganikan mağarasında, Deşta Xezalan düzünde, ölümsüzlerin karargahı Malegir’da kırıldım, yıldızların çekip gittiği bir gecede, gencecik bir Feqe’nin yalnızlığında sana sığındım, anneleri dağlarında kayıp Şitazinlı çocukların özlemiyle son nefesime kadar sen olmaya, seni yaşamaya yemin ettim su kadar sevdiğim güzelim, gülistanım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.