Neredeyse her gün medyada izlediğimiz ya da okuduğumuz bir haber bizi derinden etkilemektedir. Kadına, çocuğa, hayvanlara şiddet, taciz olayları yaşanmaktadır. Ya da Narin olayında olduğu gibi çok karışık olaylar da yaşanmaktadır. Bu olaylar bazen yanı başımızdaki sokakta her hangi bir şehirde yaşanmaktadır. Her gün haberler de önemli ve dikkat çeken konuların başında geliyor. İzleyenleri, okuyanları, duyanların psikolojilerini alt üst ediyor. Bu kadar da olmaz, artık yeter noktasına getiriyor. Narin, Leyla ve en son bebeğe yapılanlar toplumun ruhsal yapısını alt üst ediyor.

Yaşanan bu olayların ardı arkasının kesilmemesi birçok aydın yazar tarafından lokal bir durum değil bir ‘toplumsal çürüme’ olarak değerlendirilmektedir. Yaşananlar toplumsal yapının ana dinamikleri olan; ahlaki, kültürel ve ekonomik değerleri zayıflatmaktadır. Toplumda güven kaybına yol açtığı gibi, gelenekçi yaşam düzenini de sarsmaktadır.

Günlük olarak hız kesmeden devam eden, bu kadar kolay suç işleme eğiliminin nedenleri üzerine çokça yazılıp çiziliyor. Sosyal bilimciler bu sorunların kaynağı üzerinde araştırmalar yapıyorlar, üzerinde duruyorlar. Ekonomik eşitsizlikten, eğitim, sağlık ve adalet sisteminin işleyişine kadar birçok neden sıralanıyor. Toplumda infial yaratan olayların devam etmesi, çürümenin derinleşmesine işaret ediliyor ve sonuç olarak bu olayların yaşanması bizi biz olmaktan çıkarıyor. Uzun geçmişten beri toplumsal değer yargılarının başında gelen kadına, çocuğa, diğer canlılara, doğaya değer veren anlayış ve yaklaşımlar yara almaktadır.

Toplumsal çürüme olarak ifade edilen bozulma sadece kadına, çocuğa ve canlılara uygulanan şiddetle sınırlı değildir. Rüşvetten ve yolsuzluğa kadar, ahlaki bozulmadan medyadaki manipülasyon ve dezenformasyona kadar birçok olaylar zinciri toplumsal değer yargılarını eritmektedir. Sonuç da; geleceği karanlık gören, güvensizleşen toplum toplumsal sorumluluktan uzaklaşmaktadır.