‘Sanat veya Kafeler Sokağı’
Yapılırken binaların bahçeleri alınmış, çevre sakinlerinin oturacağı yeşil alanlar yapılacağı söylenmişti. O tarihlerde ben de o sokaktaki binalardan birinde oturuyordum. Sokak, yer altındaki oto parktan dolayı da trafiğe kapatılmıştı. Bina sakinleri yeşil çevre ve oturma alanları yaratılacağı için bahçelerinin belediye tarafından kullanımına hiç itiraz etmemiş, hatta yardımcı olmuştu.
Aradan zaman geçti, dükkânlar, hatta zemin kat daireler tadilatla kafelere dönüştü. Daraba altı kafeler yetmedi, oturma grupları yeşil alanların boşluklarına oturtuldu. Artık bu bölge için kaçınılmaz bir rant yükselişi başlıyordu ve yeni yöntemler bulunmalıydı. Yürüyüş yolları giderek daraldı, belediye portatif mekânların yapılmasına 25 bin TL karşılığında izin verdi.
Şimdi bu bölge için, yani sanat yâda kafeler sokağı olarak anılan bu mekânlar için ‘işgal’ nedeniyle yıkım kararı çıktı. Tek taraflı bir ‘işgal’ değil, bunun adı ‘izinli işgal’. Sonuçta ne yapılacaksa yapılır, ancak ortaya çıkan durumu adaletli değerlendirmek gerekiyor ki, bu aşamaya gelinmesine kim/kimler neden olduysa açık yüreklilikle çıkıp, ‘Yanlış yaptık’ demek gibi erdemliliği göstermelidir.
1999 yılından beri kenti yöneten siyasi irade ve misyonu temsil edenlerin yönettiği belediye yönetimlerinin sorumluluğunda ortaya çıkan ‘İzinli işgal’ meselesinde mekân sahiplerine tek başına sorumluluk yüklemek adaletsizlik olur.
Duruma bir de onların penceresinden bakmak gerekmiyor mu?
Asıl mesele ranta kapı açmamaktı, açıldı. 40-50 yıllık binalarını yenilemek isteyen bina sakinleri, alt katlardaki dükkânlar ve konutlar yüzünden sıkıntı yaşadılar, hala yaşıyorlar. Tapuda konut olarak görünen zemin katlar bina sakinlerinin izinlerine dahi gerek görülmeden işyerlerine dönüştürüldü, ruhsat verildi. Kafeler furyasına rant kapısı açıldı ve bu kapıyı da belediye yönetimleri açtı.
Bunun adı adaletsizlikse, bu adaletsizliğe neden olanların, ‘yıkım’ meselesinden kaynaklı ortaya çıkacak muhtemel sıkıntılı durumun sorumluları olduğunu unutmamak gerekir.
‘ O gün’ü kurtarmak adına yapılanların bir gün sıkıntı yaratacağını öngörmeyenlerin bugünü düşünmemiş olmasını;
1-‘Ne yapalım olmuş bir kez, olana, ölene çare yok’ diye mi yorumlamalı
2-Yoksa özeleştiri mekanizmasını mı devreye sokmalı?
Birincisi kaderci yaklaşımdır
İkincisi devrimci yaklaşımdır
Ben ikincisinden yanayım, katılımcı demokrasiye denk geldiği için.
Tercih hakkı ise; bu işin sorumlularına aittir.
Adaletsizliğe karşı savaşanlar/savaştığını söyleyenler adaletsiz davranamaz!
Bazı zamanlarda kol kırılınca yen içinde kalmıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.