Aziz Aydınalp

Aziz Aydınalp

KİM EDE BİLİ BENİ DÖĞE?

KİM EDE BİLİ BENİ DÖĞE?

Yazma!

Yazıyorsun da ne oluyor diye soruyorum kendime, maalesef bir cevabım yok…

Bir türlü açığa çıkarılamayan cinayetlerin bugünlerde neredeyse naklen duruşmalarını yayınlıyorlar. Cinayetle ilgili yapılan yorumları izliyorum. Sanıkların cinayetten önceki hareketleri, saat ve dakika belirterek şemalar üzerinde konuşuluyor.

Bir tek cinayetin sebep-sonuç ilişkisi konuşulmuyor.

Öldürülen şu kişi uyuşturucu kaçakçıları ile ilgili bilinmemesi gereken şu bilgilere mi ulaştı veya görülmemesi gereken bir şeyleri mi gördü vs vs…

Kimsenin aklına böyle sorular gelmiyor olabilir mi?

Madımak’ta insanları yaktılar, çıra gibi insan yaktılar!

Hemen iki gün sonra Başbağları basıp nazire edercesine aynı sayıda insanımıza kıydılar!

Daha yakın zamanda Otobüslerde şen şakrak gülen gözlerinin içinde ülkenin geleceğini gördüğümüz, gülüşleri ile otobüslerinin içinin aydınlandığını hissettiğimiz Suruç’a, çatışma ortasında kalan çocuklara oyuncak götüren gençlere kıydılar, ortalarında bomba patlattılar.

Yine geçen gün duruşması yapılan ‘Gar Katliamı’nda aralıklı iki bomba patlattılar. İlk bombanın paniği ile kaçılacak tarafa da bir iki dk’a aralıklı ikinci bombayı planlamışlar.

Ve ülkemizde en büyük toplu katliamı yaptılar ve duruşma sonunda;

İlgili mahkemenin pek sayın yargıçları bu katliamı insanlığa karşı suç olarak değerlendirmediler…

Ve biz bu katliamları da kendilerini patlatan insanların kim oldukları ve kayıpların sayıları ile sınırlayarak konuştuk!

Sebep-sonuç ilişkisi üzerine pek değinmedik…

Oysa yakıcı Kürt sorunu üzerine, kökenine bakmadan hemen her bölgeden insanların duyduğu ilginin birdenbire kesilmesini ‘sonuç’ sayarsak yaşanan katliamların ‘sebep’ olabileceği kimselerin aklına gelmez olur mu?

8 yıldır, yerlerine kayyum atanmasının rutin uygulama sayıldığı ve beklendiği belediyelerin seçilmiş başkanlarının, ülkenin her tarafında takdir edilen icraatlar gerçekleştirerek, yöneltilen suçlamalara karşı oldukça geniş bir dayanışma oluşturmaları, önceki dönemlerde suçlanarak görevden alınan, başkanlarla ilgili yöneltilen suçlamalar ve haklarında verilen mahkumiyet kararlarının listelenip, karşılaştırılarak kamuoyunun bilgilendirilmesi panolara ‘Kayyuma karşıyız’ yazmaktan çok daha etkili olmaz mı?

Yıllar önce Dicle Üniversitesinin adı Diyarbakır Üniversitesi iken, Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Klinikleri değişik binalarda, Genel Cerrahi Anabilim Dalı da Dağ Kapıda bulunan ilk Diş Hekimliği Kliniğinin olduğu binadaydı.

Acil servis de o binanın bahçesine açılan küçücük bir yerdeydi.

Henüz Tıp öğrencisi olan bizler de pratik yapmak için Acil Serviste Nöbetçi olan abilerimizin yanına gider, Acil Servisin yoğunluğuna göre, onların gözetiminde pratik yapardık. Bazen serum takar, iğne yapar bir iki sütür (dikiş) atar, kendimizi hekimliğe hazırlardık.

Hasta olmadığı anlarda da,abilerin/ablaların yaşanmış öykülerini dinler bazen gözlerimizden yaş gelinceye kadar güler, bazen de ne stresli bir meslek seçtiğimizi düşünerek hüzünlenir, ciddileşirdik.

Bir gün yine Acil Serviste hasta olmadığı bir anda çay molasında; Bizlerden bir iki dönem önce olan bir abimiz anlatıyordu.

’Bir gün Acilde nöbetçiyiz; bilincini yitirmiş feci halde darp edilmiş bir yaralı getirdiler. Üstü başı paramparça olmuş halde, elbiselerini keserek çıkarttıkça bütün cildinin soyulduğunu, sıyrıldığını gördük. Çok muhtemel Dicle nehrinin kenarında bir arabanın arkasına bağlanarak sürüklenmiş olmalı.

Bizim Scrotum dediğimiz testislerinin bulunduğu torbanın bile bütünlüğünün bozulduğu, vücudunun her yerindeki sıyrıklarda olduğu gibi scrotum daki sıyrıklarında da kumların dolu olduğu bir yaralı.

Kıdemimize göre en ciddi yaralarının temizlenip dikiş atılmasından tutun sıyrıklardaki, scrotumdaki kumların antiseptik solüsyonlarla temizlenerek dikiş atılıp pansumanını yaptığımız hastanın inlemelerinin dışında hiç sesi çıkmıyordu.

4-5 kişi hastanın üzerinde bir yerinde çalışıyor bir iki arkadaşımızda kah pansuman bezi, kah solüsyonlar, kremler getirmekteydi.

Hepimizin ekip halinde çalıştığımız bir anda yaşanan bu durum hakkında hiç bilgisi olmayan bir Acil çalışanı içeriye girdi ve hepimizin üstüne eğildiği darp edilmiş vatandaşın berbat halini görünce gayrı ihtiyari yerel şivesiyle ‘’yahu kim döğmüş bu adamı böyle’’ dedi !

O ana kadar inlemesinin dışında gıkını çıkarmaya mecali kalmamış olan hasta zorlukla bir gözünü açarak hafifçe diklenerek sordu, Kim edebili beni döğe?’’

O gün ve o günden sonra her seferinde hatırladıkça o gün olduğu gibi gözlerimizden yaş gelinceye kadar gülerdik.

Sonra ki yıllarda da yaşanan herhangi bir tartışma ortamını takip eden zaman diliminde o tartışmayı bir de o tartışmayı kaybeden kişiden dinlediğimizde hep bu yaşanmış hikayeyi hatırlamamız için dinleyenlerden birisi ile göz göze gelmemiz ve fısıltı ile ‘’Kim edebili’’ dememiz yeterli olurdu.

Nerden geldiyse aklıma!

Ülkede halk iradesini tanımayan kayyum uygulamalarına, Salma gibi salınan ve denk bütçe için katlanarak gelen vergilere, her türlü hak arayışında itilip kakılan, ağızlarına burunlarına gaz sıkılan vatandaşları gördükçe Eric Maria Remargue’nin ‘Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!’ romanı gelir aklıma.

Yeni bir şey yok!

Aziz Aydın Alp

DİYARBAKIR/03.06.2024

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aziz Aydınalp Arşivi

KAPI

28 Mart 2024 Perşembe 00:03
SON YAZILAR